Her zaman olduğu gibi başımı öne eğmiş yürüyordum. Ailemi daha yeni kaybetmenin şokunu henüz üzerimden atamamıştım, üzüntüm de beni terk etmiyordu.
Kitaplarımı daha da sarıp adımlarımı hızlandırdım.
Okulda kırılmam ve üzülmem yetmezmiş gibi bir de ailemi kaybetmiş, evimde yalnız yaşamak zorunda kalmıştım. Başka bir seçenek, amcama gidip o uyuz kadının dırdırını çekmekti.
Bunu asla yapmayacağım, diye geçirdim içimden.
Birkaç dakika sonra küçük, sevimli evime adım atmıştım. Tüm ev bej ve koyu kahveye bürünmüştü, kendi odam dışında. Rahatlatıcı bir eda katmak için tüm odamı beyaza bulamıştım. Birkaç pembeyi eklemeyi de unutmamıştım. Pembeyi çocuksu olduğunu düşünenlere rağmen seviyordum, bana çiçekleri hatırlatıyordu. Çiçekleri de seviyordum.
Anahtarı içeri aldıktan sonra kısa topuklu botlarımı kenara fırlatıp terliklerimi ayağıma geçirdim. Salonun ortasına doğru adımladıktan sonra kitaplarımı ortadaki sehpaya bırakıp, hemen mutfağa gittim. Özgüven problemimden kaynaklı insanların içinde yemek yiyemiyor, sekiz saat boyunca midemi üç veya dört yarım litrelik şişeyle dolduruyordum. Bir atmış beş boyuma orantıyla da aşırı zayıftım, kırk bir kiloydum. Evin tüm işini bir süredir omuzlarımla kaldırıyordum ve artık o kadar da dik değildim. Hatta, eskisinden daha da çökmüştüm.
Buzdolabını açıp hızlı hareketlerle kendime kaşar peynir ve yeşil zeytinlerden (bibersiz olanlardan) bir ekmek hazırlayıp hızlıca yedim. Herhalde birisi görse "Bu kız bu ekmeği nasıl yiyecek?!" diye düşünürdü, ama yiyordum işte, nasıl olduğunu ben de bilmiyordum.
Ayaklarımı yere sürterek yan odaya, kendi odama gidip pantolonumdan ve gri kazağımdan bir çırpıda kurtulduktan sonra toz pembe & mavi renkli, dizinin altında biten babaanne geceliklerinden birini üstüne geçirdim. Evin içinde böyle dolaşmamam gerekirdi, ama uyku vaktinde eşofman giymekten nefret ederdim. Çok rahatsızdı, eşofman benim için spor kıyafetiydi.
Yastığımı ve battaniyemi de aldıktan sonra aşağıdaki köşe takımına doğru hızlıca koştum. Sonunda onu gördüğümde, gözlerime hazine bulmuş gibi bir bakış hakimdi, emindim. Yine kendimi sallandırarak koltuğa yaklaştım. Elimdeki yastığı attıktan sonra uzanıp battaniyemi üzerime serdim. Geceleri rahat uyuyamadığımdan öğlen kolaylıkla uyuyabiliyordum.
Bir süre sonra daldığım uykumdan rahatsız edici zilin sesiyle uyandım, kapı çalınıyordu.
Tam bir, iki ve üç kez. Üçüncüde ancak gözlerimi açabilmiştim. Battaniyeyi hızlıca üstümden attıktan sonra terliklerimi ayağıma geçirip kapıya koştum. Gelen kimdi bilmiyordum ama onları kaçırmak istemezdim. Kapıyı açtığımda karşımda duran biri uzun, diğeri kısa iki tane yakışıklı ve takım elbiseli adamı görünce kafam yine önüme eğilmişti. Bu kez utançtandı, çünkü onların bu kılıkları yanında babaanne geceliğiyle kendimi çıplak gibi hissettiğime karar vermiştim.
"Hey." dedi uzun boylu olan. Biraz uzun saçları ve ela gözleri vardı. İrice bir bedeni vardı.
Bu kez diğeri elini sallamıştı. Onun da kısa ve dikilmiş saçları, yeşil gözleri vardı. Diğerine göre daha kısa ve küçük görünüyordu.
"Selam." diyiverdim.
"Biz, biz Anna ve Matt Parker'in ölümünü araştırmak için FBI'dan gelmiştik. Siz kızı olmalısınız, yanılıyor muyum?"
"Yanılmıyorsunuz." dedim ve elimi uzattım. "Ben Rachel. Rachel Parker."
"Memnun oldum, Rachel. İçeri girebilir miyiz?" dedi yine uzun saçlı olan, elimi sıktı.
"Tabii ki." dedim.
"Bu arada," dedi yeşil gözlüsü. "Biz ajan Piper ve ajan Rose."
İçimden, Piper derken kendisini işaret ettiyse uzun boylu olan da Rose olmalı, diye geçirmiş olsam da yalnızca "Peki." dedim.
Kapıyı biraz daha araladıktan sonra onları içeri buyur ettim. Ajanlar içeri geçtikten sonra kapıyı kapatıp onların oturduğu koltuğun karşısına yerleşip bacaklarımı karnıma çektim ve eteğimi diz kapağımın altında kalan kısmı örtmek için kullandım.
"Ne araştıracaksınız, acaba?" diye sordum kısık sesimle.
"Sizden gördüklerinizi bize detaylı şekilde anlatmanızı isteyecektik. Yani tam olarak.." Yeşil gözlünün lafını kesip konuştum.
"Tam olarak, şey... Annem, annemin göğsü yarılmıştı ve birkaç organı yerdeydi. Polisler kalbi dışında bir şeyin eksik olmadığını söylediler. Geçen gece de.. Geçen gece de babamı aynı şekilde gördüm. Ve, onun da kalbi eksikti." derin bir nefes verdim. "FBI neden bununla ilgileniyor ki? Polislere zaten ifade verdim."
Bu kez uzun boylusu konuşmuştu. "Biz bu konuda bir şey söyleyemeyiz. Biz yalnızca üstümüze düşen görevi yapıyoruz. Biliyorsunuz, rütbemizin üstünde insanlar var ve.."
"Anlıyorum." diye yanıtladım. Genç adam yine ağzını açtığında başka bir sorunun geldiğini anlamıştım.
"Ailenizin son zamanlarda tuhaf davranışları var mıydı?"
"Nasıl tuhaf davranışlar?" dedim.
"Yani, tuhaf işte. Eskisinden farklı olan."
"Hayır. Hiçbir tuhaf davranışları yoktu." diye cevapladım. "İkisi de her zamanki gibilerdi."
"Olay yerinde hiçbir ize rastlanmadığını söylediler. İzin verirseniz bir göz atabilir miyiz?"
"Tabii ki. Koridorun sonundaki oda." dedikten sonra onların kalkıp koridora doğru ilerlemesini izledim. Sonra koltuğa tekrar uzandım ve battaniyeyi üzerime çektim. Gelmelerini beklemeden -bekleyemeden- uyuyakalmam şaşırtıcı değildi, abartı derecede yorgundum.
Kısık ve kesik gelen sesle gözlerimi araladım. Saatime baktığımda geçen sürenin on dakika olduğunu gördüm. Konuşmaları ilgimi çekince belli etmeden onları dinledim.
"Dean, ona söyleyemeyiz. Birkaç yıl önce insanların yataklarına rahatça baş koyabilmesini istediğini söyleyen sen değil miydin? Hem ne yani, gidip ona 'Anne ve babanı bir hayalet öldürdü. Bu gece de seni almaya gelecek' mi diyeceğiz?" Bu ses Ajan Rose'a aitti.
"Gerekirse söyleyeceğiz Sam. Ve şu an söylememiz gerekiyor. Gecelikli kızın gerçekleri bilme vakti geldi. Ya da uyuyan güzel mi demeliyim?" Bu da diğerine. Herhalde ilk adı Dean olan buydu. Böyle konuşmasından hiç hoşlanmamıştım.
"Dean, onun hakkında böyle konuşma. Henüz tanımazken.."
"Sam, kapa şu koca çeneni ve beni izle."
Yaklaşan adım seslerini duyunca gözlerimi hemen geri kapattım.
"Bayan Parker," deyip beni dürtmeye başlayınca yavaşça gözlerimi ikinci kez açtım.
"Ah," dedim. "Pardon. Sızıp kalmışım."
"Sorun değil. Size bir şey söylememiz gerekiyor.."
Sam onun sözünü kesip konuştu.
"Anne ve babanızın odasında hiçbir ize rastlamadığımızı bizden de duymanızı istemiştik."
"Ben.. Ben bunu biliyordum. Niye tekrar ettiniz ki?"
"Hiç. Hiçbir şey."
Piper'ın Rosa'a gönderdiği sinirli bakışları fark edebiliyordum. Birkaç dakika sessizlikten sonra gitmeleri gerektiğini söyleyip gittiler.
Anlam veremediğin tek şey, neden gerzekçe cümleler kurduklarıydı. Kamera şakası mı yapıyorlardı? Ya da ailesini yeni kaybetmiş bir insana kamera şakası yapmaları acımasız değil miydi?
Hayalet dediklerine göre kesinlikle bu ihtimal doğruydu, ama bir yandan da kamera takmaları ihtimali inandırıcı olmadığı için inanmayarak inandım.
Oldukça bitkin ve uykusuz olduğumdan saçlarımı toplayıp hemen battaniyenin ve koltuğun arasına kendimi sıkıştırdım. Battaniyeyi boynuma kadar çektikten sonra kolayca uyumuştum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Doğaüstü
FantasyAilesi doğaüstü bir şekilde öldürülen Rachel Parker'ın Winchester'larla devam ettiği yolda karşısına neler çıkacak?