23

406 33 15
                                    

"Ghoul." dedi Sam odaya hep birlikte girerken. "O halde kesinlikle bir Ghoul."

"Bence de." dedi Dean silah dolu çantasını yatağa fırlatırken. Onu hiç yanlarından ayırmıyorlardı. "Baksanıza, gümüş zarar vermedi bile."

Yorum yapmadan sessizce koltuğa ilerledim. Kurt adam olduğunu düşündüğümüz yaratığı avlamaya gitmiş, gümüşten zarar görmediğini görünce de bir B planı bulana dek geri dönmüştük. "O şeyi nasıl öldürürüz?" diye sordum birden.

"Kafasını kesiyoruz." dedi Sam. Bu cümleyi duymak artık sıradan bir hal almış gibi sadece başımı salladım. Onun işini halledip gitmek istiyordum, mekan beni sıkıyordu ve başka şeyler yapmak daha iyi gelebilirdi ayrıca o ölmediği sürece biz de dahil insanlar ölebilirdi.

"Bazen istediğimde buzdolabını açıp bir elma alabileceğim, koltuğa kurulup televizyon izleyerek elma yiyebileceğim bir ev istiyorum." dedim. "Burası hoş, dolabı da var ama dolapta viski var, çocuklar. Herkes içmek istemez ki."

"Burası Amerika." dedi Dean. "Amerika'da genelde herkes içer."

Gözlerimi devirdim. "Ah, evet!" diye yakındım. "Amerika'da bakire olmak alışılmamış bir şeydir. Amerika'da herkes içer. Amerika'da iyi niyetli insanlar yoktur. Bla bla bla."

Sam mutfak tezgahından yatağına doğru ilerlerken konuştu. "Birileri bizi kötü yansıtan filmlere gönderme yapıyor."

Çoktan yatağına kurulmuş olan Dean buna sadece gülmekle yetindi. "Sanki yalan." dedim ve kendimi savundum. Gerçekten de filmler Amerika'yı edepsiz, ahlaksız, dinsiz gibi gösteriyordu ama herkes öyle değildi.

"Şimdi ne olacak?" diye sordum. Nasıl Ghoul avlayacaktık? Ne zaman, nerede yapacaktık?

"Farklı bir yere gideceklerdir." dedi Sam. "Gitmeden onları bulup kafalarını keseceğiz."

Bu söylediğini cevapsız bırakıp gözlerimi kapattım. Kendime başbaşa kalmaya ihtiyacım vardı, ya da sadece düşünmeye miydi, karar veremiyordum. Tek isteğim sessiz bir ortam ve uzun uzun geleceğe dair planlar yapmaktı.

Avcı olma yolundan nasıl sıyrılacağım, sonrasında evime dönüşüm, her şeyin üzerine yeni bir başlangıç, falan filan.

İçten içe bunun mümkün olmadığını da biliyordum ama düşünmeden edemiyordum. Herhalde bir gün beklenmedik bir zamanda rastgele bir şekilde ölürdüm.

Bir Sam'e, bir de Dean'e baktım. Onlar için ne kadar üzüldüğümü tarif edemiyordum. Uzun zamandır bu işteydiler ve artık çıkma şansları yoktu. Yetmezmiş gibi birilerini sürüklememek için aile kuramıyorlardı.

Bir saniye için ikisinin de baba olduğunu düşününce kıkırdadım. Mükemmel olurlardı, ama olamıyorlardı.

Sam ayağa kalkıp gülerek bana yanaşırken "Neye gülüyorsun?" diye sordu.

Hiçbir şey, dermiş gibi omuz silktim.

"Ben yürüyüşe çıkacağım." dedi bu kez. Tepemde dikiliyor, geriniyordu. Kemiklerinden gelen sesler üzerine kaşlarımı çattım.

"Ben de gelebilir miyim?" diye sordum.

Dean birden, "Hava soğuk." diye müdahale etti. "Bana kalırsa ikiniz de gitmeyin."

"Pekala, Sam." dedim. "Sen git öyleyse. Ben gelmiyorum."

Elini bana uzattığında sertçe elini tutup ayağa kalktım. "Emin misin?" diye sordu.

Başımı sallayıp gözlerimi kırpıştırırken tek kolumu ona sardım. Birkaç saniye sonra da geri çekildim. Sam bana karşı hep "gerçekten" kardeşmişiz gibi davranıyordu.

DoğaüstüHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin