6

1.4K 112 10
                                    

Birkaç saniye içinde başka çaremin olmadığını söyleyen ses kafamda yankı yapmaya başlayınca sese hak vererek arkaya, Sam'in yanına oturdum. O hala yerine geçmemişti.

"Teşekkür ederim." dedim.

"Kim olsa aynısını yapardı." dedi Dean. Yine soğuklaşmıştı.

"Yapmazdı." diye cevap verdim, sesimin olağanca sert çıkmasına özen göstererek.

Cevap alamayınca ben de birkaç dakika önce onun yaptığı gibi yapıp cama döndüm. Üç dört dakika sonra araba durmuştu. Hep birlikte inip müzeye doğru yürüdük.

Müzeye nasıl gireceğimiz sorusu kafamı kurcalamaya başlamıştı. Sormak için ağzımı açmıştım ki, Dean'in demirleri tırmandığını gördüm. Sam de arkasından gidiyordu.

Onlara doğru bağırdım. "Çocuklar?" duraksadım.  "Hey! Oraya tırmanamazsınız!"

"Gevezeliğe son ver de," dedi Dean, nefes alıp devam etti. "şuraya tırman."

"Ben hayatta tırmanamam. Çok yüksek." dedim. Yerden yukarı üç- üç buçuk metre demirler vardı.

Kaşlarını kaldırdı. "O zaman burada kal ve hayvanlara yem ol."

"Burayı tırmanacağıma ölürüm daha iyi." derken Sam çoktan diğer tarafa geçmiş, benim içeri girmem için kilidi bir şekilde yok edip kapıyı açmıştı. Bu konuda profesyonel gibilerdi, evime de birden girmişlerdi. 

"Teşekkürler." dedim ve ikisinin de önüne geçip müzenin kapısına ilerledim. Açılması gereken bir kilit daha vardı, ancak bu dıştan olduğu için zorlayabilirdi.

Sam cebinden bir bıçak çıkardı, kapının kasasıyla arasına soktu. Kilitleri zorlayan kulak tırmalayıcı ses yüzümü buruşturmama neden olurken gözlerimi sıkıca kapattım. 

Bir ya da bir buçuk dakika geçince Sam kapıya omzuyla vurdu. Seslice yere düşen kapı nedeniyle sıçrayıp bir adım geri çekildim. Civarda kimse yaşamıyor olsa da sanki yakalanacakmışız gibi hissedip, etrafı kolaçan ettim. Yine önüme döndüğümde çoktan içeri girmişlerdi. "Beni bekleyin!" diye seslendim.

Frank Morgan'ın bakır rengi saçlarını bulmak uzun sürmemişti. Yaklaştıkça odanın içi soğuyordu, bir şeyler olduğu çok barizdi. Korku içinde kollarımı etrafıma doladım. "Çok uzun sürer mi?" diye sordum. Cevap vermiyor, sadece yaptıkları şeye bakıyorlardı. Konsantre olmayı gerektiren bir şey değildi, en azından öyle düşünüyordum. 

Etrafı camla kaplanmış saçın çevresine tuzdan bir daire yapıp beni de içeri aldıklarında bu tuzun şu görüntüleri uzak tuttuğunu anladım. Sıradan bir tuzdu. Tuz da hayaletleri uzak tutuyor olmalıydı. Hayaletlerin varlığını kabullenmiş olduğumu fark edince, kendim için hayret ettim.

Sam etrafı kollayıp Frank Morgan'a tuz atarken Dean çoktan saçları yakmıştı. Sonunda bu şeylerin bittiği düşüncesine kapılıp derin bir nefes aldım.

"Benden bu kadar." deyip çıkışa doğru yürümeye başladıktan birkaç saniye sonra iki kolum da arkaya doğru çekilip birleştirildi, Dean beni zapt emeye çalışırken biraz daha çırpındım. Onunkinin yanında kısa kalan boyum yüzünden ayaklarımı kaldırmak zorunda kalmıştım.

"Bırak beni!" diye bağırdım. "Bırak, işiniz bitti zannediyordum! Hani gidecektim?"

Dean, "Güvende olduğundan emin olmalıyız. Bu bizim işimiz." dedi. Sanki beni koruma yükümlülükleri varmış gibi.

"Ne sizin işiniz? Her gün birilerinin evine FBI'dan geldiğinizi söyleyerek girdikten sonra onlar tehlikedeyken kapıyı kırarak içeri girip bütün günlerini mahvedip 'güvende olmanı istiyorum' demek mi?"

Sam cevapladı. "Dolaylı yoldan, yani..."

Lafını böldüm. "Güvende olmak istemiyorsam? O zaman ne yapacaksınız?"

"Öyle bir şansın yok." dedi Dean, bu kez. "Sana seçmen için doldurulacak bir form vermedik. Burada ciddi işler yapıyoruz, Rachel."

Sinirle cevap verdim. "Bu ciddi bir şey gibi görünmüyor. Sizin hayalet avcısı olduğunuzun bir belgesi var mı? Öyle bir meslek bile yok. Bu kesinlikle hiç ciddi bir şey değil, çocuklar. Emin olun ciddi değil." 

Dean homurdandı, kollarımı bıraktı. "Geceyi bizimle geçireceksin."

Nefesimi üfledikten sonra yine önden yürüyerek müzeden çıktım. Kapının önünde geçirdiğim kısa sürenin ardından geldiklerinde yine sormaya başladım. "Neden geciktiniz?"

Dean konuştu. "Görüntüler."

"Pekala," dedim. "eviniz nerede?"

Sam arabaya yürürken konuştu. "Bizim evimiz yok. Motellerde sabahlarız. Senin için sorun mu?"

"Elbette sorun." dedim, yüzümü buruşturdum. "Ben motellerde filan sabahlayamam."

"Nedenmiş?" dedi Dean.

"Çünkü.." dedim. "Çünkü ben, şey,"

Lafımı böldü. "Sen hanım evladısın."

Yüzümü buruşturdum. "Ne, sen babandan mı doğdun?"

Alayla güldü. "Babam hakkında konuşmaktan ve iğrenç esprilerinden vazgeç."

"Kapat çeneni." dedim. Herkes arabaya bindikten sonra Dean sürmeye başladı.

Onlara çıkıştığım dakikalar sanki hiç yaşanmamış gibi yola koyulduk.

DoğaüstüHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin