3 hafta sonra...
Gün ışığı odayı doldururken Azra, saatin alarmını kapatıp yastığı başının üstüne bastırdı. İzmir'den döneli neredeyse üç hafta olmuştu ve döndüklerinden beri Barış'ın düğünü için gerekli hazırlıklarla uğraşıyorlardı.
Genç kadın bugün yapması gereken işleri hatırlayınca başının üstündeki yastığı sinirle yatağa attı. Saat daha sabahın altısıydı ve kargalar bile kahvaltısını yapmamıştı. Arat, yataktaki hareketlilikle gözlerini aralarken karısını bağdaş kurmuş, gözleri kapalı bir şekilde kendi kendine konuşurken bulunca neler olduğunu anlamaya çalışarak kadını dinledi.
"Bir saat sonra evden çıkmış olmam lazım. Önce kına gecesi için ayarladığım organizasyon şirketiyle görüşeceğim. Sonra Melis'le birlikte gelinlik provasına gitmem gerekiyor. Oradan da bekârlığa veda için ayarladığımız mekânın sahibiyle konuşmak gerek."
Telefonun alarmı bir kez daha çaldığında genç kadın gözlerini açmadan el yordamıyla telefonu buldu. Tam alarmı kapatacaktı ki, bunun bir hatırlatma notu olabileceğini düşünüp hızla gözlerini açtı.
Saat 12:00'da Kenan Sancaktar'la görüşme var!
Azra, telefon ekranındaki hatırlatma notunu görüce elini sinirle alnına vurdu. "Ben bunu tamamen unuttum!"
Arat, sessizce karısını izlemeye devam ederken gülümsemesine engel olamadı. Yattığı yerden usulca kalkıp kadının koluna dokundu. "Hatun sabah sabah ne söyleniyorsun kendi kendine?"
Kadın bir an korkuyla yerinden sıçrasa da hemen kendini toparladı.
"Neye söyleneceğim? Bugün yapmam gereken bir sürü iş olması yetmiyormuş gibi bir de müvekkille görüşmem var."
Arat'ın alnı merakla kırışırken sordu. "Kimmiş müvekkilin? Yeni bir dava alıyorsun da benim neden bundan haberim yok?"
Arat, güvenlik amaçlı Azra'nın aldığı her davayı kontrol ediyordu. Ne olursa olsun o bir ceza avukatıydı ve başına herhangi bir şey gelmesine müsaade edemezdi.
"Dün arayıp randevu aldı. Ben de henüz dava konusunu bilmiyorum." dedi Azra umursamazca omzunu silkerken.
"Adamla konuştuktan sonra muhakkak bana haber veriyorsun."
Genç kadın sessizce başını salladıktan sonra düşünceli bir ifadeyle yataktan kalkıp kendi kendine söylenmeye devam etti.
"Önce organizasyon şirketini arayıp görüşmeyi erkene çekerim sonra Melis'in provasına giderim. Kenan Bey'i de arayıp görüşme saatini iki yaparsam her şeye yetişmiş olurum." Lavabonun kapısına ulaştığında eliyle kendi yanağını sıkıp, "Aferin bana! Zeki hatunum vesselam!" dedi.
Arat ise karısının arkasından bakıp gülümsemekle yetindi. Deliydi falan ama seviyordu bu kadını. Bebek telsizinden Kemal'in anlamsız kelimeleri adamın kulağına dolunca bir kez daha gülümsedi.
"Kır atı, atın yanına bağlarsan ya huyundan ya tüyünden diye boşuna dememişler. Zavallı evladım gün içerisinde anasının bitmek tükenmek bilmeyen çenesini çeke çeke anlamsız da olsa kendi kendine konuşmaya başladı."
Genç adam, yattığı yerden kalkıp oğlunun odasına ulaştı. Kemal, ayaklarını kendine oyuncak etmiş oynamaya devam ediyordu. Sanki ayakları ona çok mühim şeyler anlatıyormuş gibi büyük bir ciddiyetle ayaklarına bakıyor ondan sonra yine anlamsız cümleler kuruyordu. Arat, birkaç adımda çocuğun beşiğine ulaşınca Kemal, ayaklarıyla olan derin sohbetine son verip babasına gülücükler saçmaya başladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İki Deli Bir Aşk || Berna Aslıhan [Aşkın Sen Hâli-2]
Romantizm"Söylüyorum size aşk diye bir şey yok!" Umut masadaki rakı bardağını bir kez daha havaya kaldırmadan kurmuştu bu cümlesini. Kurmaya kurmuştu da birkaç saat sonra başına geleceklerden habersizdi. "Siktir lan! Aşk diye bir şey var! Yoksa bu adam ne...