#43

8.4K 990 180
                                    


-Yoongi-

Burnuma dolan kan kokusuyla gözlerimi açmıştım. Ve görebildiğim tek şey kapının altından içeri sızan duman ve ışıktı.

''Nasıl hissediyorsun?''

Yerimden doğrulmaya çalışsam da başarılı olamamıştım. Damarlarımda dolaşan, ne olduğunu bilmediğim, ilaçların etkisiyle hala nefes alabildiğime şükretmem gerekiyordu sanırım.

''Nasıl hissetmemi istersin?''

Beyaz bir önlük giymiş adam karşıma oturdu.

''İyi olmalısın. Her ne kadar birazdan ölü olacak olsalar da, arkadaşların burada.''

Bunu biliyordum ve yakında ölü olacak tarafın kim olduğunu kestirebilmem güçtü.

Adamın bakışlarındaki acıma ve tiksinmeyi tüm iliklerimde hissettim birbirimizin gözlerinin içine bakarken. Eh, tiksinmekte haklıydı. Daha önce insan olduğuma dair bir şeyler söyleyebilirdim belki ama şimdiki halimle en kötü hastadan daha kötü haldeydim. Etrafta ayna olmadığı için nasıl gözüktüğümü bilmiyordum. Belki soluk tenim morluklar içindeydi ya da kanlanmıştı. Belki de bedenim çürümeye başlamıştı. Her zaman iyi olan duyu organlarım ilaçların etkisiyle körleşmeye başladığı için leş kokusunu alamıyordum.

''Namjoon seni gördüğüne sevinecektir.''

Namjoon'u tanıması beni şaşırtmamıştı. Tıpkı birkaç dakika sonra içeri giren Namjoon ve babamın beni şaşırtmamış olması gibi.

İkisini bir arada görmek midemi bulandırıyordu. Biraz da olsa gücüm olsaydı eğer kendimi yere atıp yorulana kadar kusardım. Ama gücüm yoktu. Jimin'i gördüğümde bile ona sarılabilecek, saçlarına dokunabilecek güç yoktu bedenimde.

''Nasılsın, oğlum?''

Cevap vermedim. Kaşları çatıldı.

''Bay Kim'i burada görmeyi beklemiyordun, öyle değil mi?''

Cevap vermedim.

Onun hain olduğunu biliyordum. Hem de en başından beri. Beni Jungkook'la eşleştirdiğinde ki amacını ve yakalanacağımı da biliyordum. Jungkook'un beni durdurmak için ateş edeceğini, benim bıçak kadar keskinleşen tırnaklarımın Jungkook'a zarar vermeyeceğini de biliyordum. Onu öldürmeyeceğimi ve hala hayatta olma sebebim olan insana yalan söyleyeceğimi de biliyordum.

''Bir şey söylemeyecek misin, Yoongi?'' dedi tepki vermem için Namjoon.

''Ne duymak istiyorsun?''

''Sana ve arkadaşlarına ihanet ettim. O çok sevdiğin Hoseok ve diğer velet belki de ölmüştür çoktan.''

Vücudumun gerilmeye başlamasıyla bileklerimdeki kelepçelerin derimi kesiyor olduğunu hissettim. Canım acıyor olmalıydı ama öfkeden başka bir şey hissetmiyordum.

Sesimin sakin çıkmasına özen göstererek ''Eğer sana güvenmiş olsaydım buna sinirlenebilirdim ama sana hiç güvenmedim.'' dedim.

''Şu kendinden emin hallerinden her zaman nefret etmişimdir.''

Bunu biliyordum.

Sinirle odadan çıktığında babam ve doktor da peşinden gitmişti. Ve artık yalnızdım. Artmaya devam eden sesler ve sallantılar yüzünden kulaklarım uğulduyordu. Kelepçenin kırılıp kırılamayacağını anlamak için bileğimi salladım. Metal sesini bile duyamamıştım. Bunun nedenin dışarıdaki gürültü mü yoksa metal parçasının bileğimi sıkması mı, bilmiyordum.

Göz kapaklarım ağırlaşmaya başladığında yapacak bir şeyim olmadığı için gözlerimi kapatmıştım. Ne kadar süre uyuduğumu bilmiyorum ama bir saatten fazla olduğunu düşünümüyordum, kapının sert bir şekilde açılmasıyla uyandım. 

Karşımda gördüğüm kanlar içindeki Jimin'le birlikte bileklerimdeki kelepçelerin ne zaman kırılıp ayağa kalktığımı ve Jimin'i tutan o iki askerin boynunu kırdığımı anlamamıştım bile. Her şey bir anda olup bitmişti. Yerde yatan bedenleri bir anda öldürmüştüm, Jimin'in narin bedeni bir anda yere yığılmıştı.

''Jimin!'' dedim tepki vermesi için onu sarsarken.

Saatlerdir sert zeminde kıvranan ben değilmişim gibi bir elektrik kaplamıştı bedenimi.

''Jimin, aç gözlerini!''

Kollarımın arasındaki beden kıpırdanmaya başladı. Ne zaman ağlamaya başladığımı bilmiyordum ama güzel yüzünü ıslatmaya yetecek kadar ağlamıştım.

''H-Hyung.''

''Beni korkuttun.''

Onu göğsüme bastırdığımda ürkekçe kollarını belime doladı. Oda nefes alınamayacak kadar sisle dolana kadar birbirimizden ayrılmamıştık.

Geri çekildiğimde Jimin de ağlıyordu ve ''Sonunda seni buldum.'' demişti gülümseyerek.

Beni bulmuştu ve ona sarılamayacağımı düşünürken onu koruma içgüdüsüyle az önceki halimden çok daha farklı bir şeye dönüşmüştüm.

''Çıkalım buradan.''

Eğer Jimin burada olmasaydı kendime verdiğim, tutmam gereken sözleri yerine getirecektim. Ama önceliğim Jimin'di. Onun iyi olduğuna emin olmalıydım.

''H-Hyung, yürüyebilirim.''

Bu haldeyken bile utanıyor olması fazla sevimliydi. Onu kucağından yere indirdiğimde kendimi tutamayıp dudaklarına yapıştım. Gözleri şaşkınlıkla açılmıştı.

''Hyung-''

''Geldiğin için teşekkür ederim, Jimin-ah.''

Gülümsemekle yetindi ve zaten bu alabileceğim en güzel cevaptı.

''Kendini nasıl hissediyorsun?''

''Ben iyiyim!'' dedi küçük bir çocuk gibi kendini güçlü göstermek istermişçesine.

''O zaman halletmem gereken ufak bir işim var.''

Başını onaylarcasına salladıktan sonra elimi kavradı. Morarmaya başlamış yüzü ve patlamış dudaklarına rağmen gözleri parıldamaya devam ediyordu.

Park Jimin, bir insanın başına gelebilecek en güzel şeydi sanırım.

Bunu çok geç de olsa anlamıştım.

''Gidelim öyleyse.''























Bölümü bitirdikten sonra eğilip yerden düşen ciğerimi aldım

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Bölümü bitirdikten sonra eğilip yerden düşen ciğerimi aldım. ㅠㅠ

Contagion - YoonminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin