Herkese merhaba! Fragmanın güzelliği diyip susuyorum. Yarın harika şeyler olacak :) Ben başını kaçırabilirim çünkü 9da biten bir kursum başladı. Çok bahane buldum perşembe olmasın diye ama Nuh dediler peygamber demediler:) Neyse ben kendi dertlerimle sizi sıkmayacağım. Okuyan herkese çok teşekkürler...
Belki de bizim aşkımız iyi sonu hak etmeyecek kadar güzeldir...
Seni her şeyden çok seven,
Hilal.***
Leon'un Ağzından,
Hilal'in mektubunu alalı beş gün olmuştu. Bir veda mektubu olduğunu anlamak zor değildi. Hele bir daha görüşemeyecek olmamazı anlatmak istediği çok barizdi. Bir cevap dahi yazamadım. Kendime gelemiyordum. Ona hak vermemek elde değildi. Formamı çıkarsam ve Hilal ile kaçsak? Babam yaşatmazdı ikimizi de. Aptalca bir fikirdi. Lâkin, Hilal'den ayrı kalmaktan daha az saçmaydı. Onunla defalarca buluştuğumuz odaya girdim. Parmaklarımı beraber çalıştığımız piyanonun tuşlarında gezdirdim. Daha sonra beraber kitap okuduğumuz koltuğa oturdum. Hilal haklıydı. Bu anılarla savaşmanın imkanı bile yoktu. Hilal çok acı yazmıştı. Mektubun üzerinde yaşlar da vardı. Bana başkasını sevmekten bahsetmişti. Bu dediğine gerçekten inanabiliyor muydu? Mahşerden söz etmişti. Ya da yaşayıp yaşamayacağından. Ayrıca Yıldız, Halit İkbal'in kim olduğunu biliyordu. Bu durumda Hilal de biliyordu. Gerçi Halit İkbal meselesi en son düşüneceğim şey bile değildi. Bu odada daha fazla kalamayacağıma karar verip tekrardan odama döndüm.
Babam içeri girdi.
-Leonidas, daha bir gazeteciyi bile bulamadın lâkin, şu küçük hanımın arkadaşı...
-Mehmet?
-Evet, evet o. Onu bulacaksınız teğmen. Bu kadar zor olduğunu düşünmüyorum, öyle değil mi?
-Evet, kumandanım siz merak etmeyin ben bulacağım.
-Hastaneye de bir bakın. Küçük hanım olanları öğrendiyse onu saklamak isteyecektir.
-Emredersiniz kumandanım.
Bu saatten sonra Hilal'in Mehmet'i saklayacağına ihtimal bile vermiyordum lâkin Hilal'i uzaktan görmek bile ruhuma iyi gelecekti. Her şeyden çok ona ihtiyacım vardı. Aslına bakarsanız, bir tek ona. Ne bu formaya, ne bu konağa, ne de rütbe ya da başka herhangi bir şeye. Sadece o ve ben. İkimizin de tek ihtiyacı olan şey buydu. Belki de en imkansız şeydi. Bir gülüşü ile her şey daha güzel olabilecekken onsuz her şey gri ve kasvetliydi.
Hastaneye geldiğimde hissettiğim tek şey hüzündü. Hilal belki de gülmeyecekti bana. Sadece uzaktan kaçamak bakışlar ile bana bakacak, konuşsa bile buz gibi konuşacak, konuşmamasını yeğletecekti. Her şeye rağmen, bir yüzünü görsem, bir sesini duysam, iyi olduğunu görsem... Yetecekti. En azından yetinecektim.
Azize Hemşire yanıma geldi.
-Buyrun teğmen, kime bakmıştınız?
-B-ben Hilal Hemşire ile konuşmamız gerekiyor.
-Ne hususta?
-Arkadaşı Mehmet. Aranıyor.
-Hilal'in Mehmet ile işi yok artık.
Yaptığından pişman gibiydi. Mehmet lafını duyunca sinirlenmişti. Aslında Azize Hanım çocuklarını korumak istiyordu ama her şeyi o bitirmişti zaten. Bu kadar ilgisiz olmasa, bunların hiçbiri olmayacaktı.
-Azize Hanım, biz bu işi usulen yapacağız. Küçük hanıma bir şey olmayacak. Lâkin, onu sakladığıdan şüphe duyarsak daha kötü olabilir.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Vatanım Sensin
FanfictionVatan âşığı Hilal ve işgalci Yunan askeri Leon. Vatan mı aşk mı? Ya vatanı bir Yunan'ın kalbindeyse? "Hilal, Leon'un kulağına fısıldadı: Benim vatanım sensin. Leon'un vatanı zaten Smyrina idi." Diziyle paralel ve bağımsız.