Bölüm 49

1K 42 8
                                    

Herkese merhaba! Bölüm kısa çünkü vuslat var;) Ayrıca bir dahaki bölüm size bir sürprizim var. Uzun zamandır düşündüğüm bir şeydi ama ne istediysem tersini yaptım çünkü linç edilebilirdim. Bir de be yalan söyleyeyim ne size ne de HiLeon'a kıyamadım. Aklımdakinin ne olduğunu ve sürprizi bir dahaki bölüm öğreneceksiniz keyifli okumalar...


9 Eylül 1922,

Sabahın ilk ışıklarıyla beklemekte olduğum ağacın altından kalktım. O büyük gün, gelmişti işte. Bu sabah Türk orduları İzmir'e girmişti. Öyle ya, Smryna demenin alemi yoktu. Burası İzmir'di artık. Sevinsem mi üzülsem mi bilemiyordum. Tek bildiğim, emin olduğum çok acı çektiğimdi. Soğuk bir Smryna akşamında buradan ayrılışımın üzerinden tam üç yıl geçmişti. Dile kolay, tam üç yıl. Sevdiğimden, annemden uzak tam üç yıl. Üç yıl sonra ılık bir İzmir sabahında buradaydım işte. Değişen pek çok şey vardı. Ardımda bıraktığım şehir, aynı şehir değildi. Ben acının yoğurduğu bir insan olup çıkmıştım. Üç sene içinde belki de sadece üç defa gülmüşümdür. Kim bilir? Annem ne yapıyordur? En önemlisi Hilal? Ayda yılda bir kez alabildiğim o mektupları... Bense hiç gönderememiştim. Babam mektuplarımın ulaşmasına izin vermiyordu. Hilal iyiydi ya, en azından bunu biliyordum. İyiden kastım da yaşıyor olması. Her nefes alan yaşamaz öyle değil mi? Üzerimi düzelterek şehrin içine doğru yöneldim. İki gündür burada Türk Ordularının şehre girmesini bekliyordum. Türklerin taaruz haberini alır almaz ilk gemiyle buraya gelmiştim. Ve bu sabah Türk Orduları şehre girmişti. Belki vatan haini diyeceksiniz lakin hakikat bu. Üç sene beklemiştim işgalimizin bitmesini. İşgal bittiğinde zulmülerimiz de bitecekti çünkü. Ben de Hilal'ime kavuşacaktım.

Şehre girdiğimde Yunan Donanmaları şehri terk ediyordu. Belki iyi bir asker olamamıştım lakin emindim ben, güzel sevmiştim. Güzel sevilmiştim...
Her yerde Türklerin kutlamaları vardı. Böyle coşkuyu daha önce hiç görmemiştim. Adımlarımı hızlandırarak Kordon'a vardım. O kadar heyecanlıydım ki, bu heyecanımı anlatmaya kelimeler yetmezdi. Bitiyordu işte, hasret bitiyordu! Yüzümde görenlerin hiçbir anlam yükleyemeyeceği bir gülümseme vardı. Kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu ve kızardığımı hissediyordum. Onu en son görüşümde yüzü geldi gözümün önüne. Öyle bitkindi ki... Nerede bulacaktım şimdi ben onu bunca insanın arasında? Başımı biraz daha kaldırarak etrafa bakındım. Limana doğru Yunan askerlerinin son katlettiği Türkler vardı. Kanlar içinde yatıyorlardı. Bir an Yıldız çarptı gözüme. O da çok olmamakla birlikte kan içindeydi. Telaşla birilerini arıyordu. Yanına yaklaştım.

-Yıldız iyi misin?

Beni gördüğüne o kadar çok şaşırmıştı bir an geri doğru sendeledi.

-T-teğmen? Sizin ne işiniz var burada?

-Hilal'i, Hilal'i arıyorum ben. Nerede o?

-Siz Atina'ya dönmemiş miydiniz?

-Buraya geri döndüm. Hilal'in nerede olduğunu söyleyecek misin yoksa ben kendim mi arayayım?

-Ben... Bilmiyorum nerede olduğunu. Ben de onu arıyorum zaten.

-Onu bulursanız beni gördüğünüzü söylemeyin lütfen.

Başını sallayarak uzaklaştı. Ben de limana doğru ilerledim. Bir de onu bulamazsam... Ya ona bir şey olduysa? Yunan Ordusu giderken yine katliam yapmıştı. Ya Hilal de o insanların içindeyse? Korkudan limana doğru koşamaya başlamıştım artık. Limana geldiğimde nefes nefeseydim. Birkaç saniye durup nefes aldım. Yerden yatan insanlara ilerledim. Hayır, hayır Hilal burada değildi. Olmamalıydı da. Limanı baştan sona dolaştıktan sonra arkamı dönüp Kordon'a doğru yürümeye başladım. Yavaş yavaş Hilal'i bugün görebileceğine dair umutlarım tükeniyordu.

-Leon!

Arkamdan gelen ses ile irkildim. Başta duyduğuma inanamamıştım. O kadar garip geliyordu ki. İçimin titrediğini hissettim. Arkamı döndüğümde bana doğru koşuyordu. Ben kendime gelene kadar bana ulaşmıştı bile. Boynuma atladı. Ellerimi beline doladım ve sıkı sıkı sarıldım. Kokusunu içime çektim. Tanrı'm kavuşmuştum işte! Hilal buradaydı!

-Hilal...

Başını biraz geri çekerek yüzümü ellerinin arasına aldı.

-Leon, buradasın işte. Acı çekmek yok artık... Mutluluk var. Sen varsın, ben varım.

Yüzüme doğru biraz daha eğildi.

-Biz varız bundan sonra.

Hiçbir şey söylemeden başını göğsüme bastırdım. Hiçbir şey düşünmek istemiyordum. Sadece ama sadece onun varlığını hissetmek istiyordum. Artık yanımda olduğunu, beraber olduğumuzu. Haklıydı, acı bitmişti artık. Hilal başını göğsümden çekti ve elimden tutup beni adeta sürüklemeye başladı. İlk defa uzun bir cümle kurdum:

-Hilal, biraz sakin ol. Yeni kavuştum sana. Şu an beni sürüklediğin yer umrumda bile değil. Sadece sen ve artık senin benim yanımda olman önemli.

Hilal'i durdurup tekrar sarıldım. Yavaşça sıyrıldı benden.

-Leon, Kordon'un ortasında olmaz. Hani bir deniz kenarı vardı ya, en azından oraya gidelim.

Başımı salladım. Bundan sonra ne insanlar ne de nerede durduğumuzun bir önemi vardı. Hilal huzursuz olacaktı. Üç yıl durmuşum ona sarılmadan birkaç dakika daha sabredecektim artık.

***

Onlarca kez buluştuğumuz ağacın altına oturduk. Bundan sonra ayrılık yoktu. Elimden tutarak konuştu:

-Ben sana hep yazdım Leon. Gerçi Kirya söyledi baban mektupların ulaşmasına izin vermiyormuş lakin... Anlat bana ne yaptın oralarda.

-Hiç gerek yok bunları konuşmaya Hilal. İkimizin önünde beraber olacağımız bir gelecek var artık. Ne diye hatırlayalım o günleri?

Başını salladı. Gülümseyerek tekrar sarıldı.

-Biliyor musun inanamıyorum Leon. Artık buradasın, yanımdasın.

Ben de ona gülümsedim. Doğruydu çok garip geliyordu. O kadar çok umutsuzluğa kapılmıştım ki defalarca kez onu bir daha göremeyeceğimi düşünmüştüm. Şimdi buradaydı işte, yanımda oturuyordu. Bir nefes vardı sadece aramızda. Hilal başını göğsüme yasladı ve gözlerini kapattı. Aynısını ben de yaptım. Yüzüme hafifçe vuran rüzgar, dalgaların sesi, denizin kokusu, üstümüze gölge ağaçlar ve Hilal... Benim için huzurun tanımı buydu.

Vatanım SensinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin