Eylül 1978
Hayat gerçekten çok sıkıcıydı.
Yok, ciddi ciddi sıkıcıydı ve şu son üç haftadır Lily'nin yapmış olduğu tek şey, yatakta yatıp hiçbir işe burnunu sokmadan güzel güzel geçinip gitmekti. Annesi, kışlıkları çıkarmak için çatı katının altını üstüne getirmişti ve güzel bir tesadüf eseri Lily'nin yaklaşık dört yaşından beri aradığı bir şeyi bulmuştu: Üstünde kuzu desenleri bulunan açık mavi bebek battaniyesi.
Lily'nin bebeklik battaniyesi aslında hatırladığı kadar da yaygara koparılacak türden değildi (Elisabeth onu bulamadığı zaman Lily günlerce annesiyle konuşmayı reddetmişti ve en sonunda ise önemli bir görevde olan babası, lanet bir battaniyeyi bulma amacıyla eve çağırılmıştı). Ve üstüne üstlük, tam da büyük kuzunun gözünde büyük ihtimalle bir güvenin yol açtığı kocaman bir delik vardı. Elisabeth, güve deliğini gördüğü zaman küçük bir çığlık atmıştı. Bu, çatıda bir veya daha fazla güvenin olduğuna işaretti, ama daha kötüsü, Elisabeth'in kalp krizi geçirecek kadar ölü hayvanlardan korkmasıydı.
Her neyse. Petunia evden temelli gitmişti artık, arkadaşları Emma Fleming ve Madison Waters ile Bristol'de küçük bir daire tuttuğunu söyleyerek. Elisabeth de Petunia'nın gidişini fırsat bilmiş, onun çocukluk odasındaki kırık dökük mobilyaları eskiciye vermiş ve orayı kendine ait bir dinlenme odası hâline getirmişti. Evans evinin en serin ve en iç açıcı odası Petunia'nın odasıydı; hakkını yememek lazım. Elisabeth, büyük ihtimalle şu anda (17.07) aslında Lily'ye değil, kendisine ait olan kedisi Amethyst'i kucağına almış, şu günlerde elinden hiç düşürmediği Masumiyet Çağı'nı okuyup çayından yudumluyordu.
Lily burnunu hemen yanı başındaki peçeteyle gayet gürültülü bir şekilde temizledi, minyatür peçete adacığına yeni bir tanesini daha ekledi, tek gözlü kuzulu battaniyesine sarıldı.
Ucu kıpkırmızı olmuş küçük burnu, yine kaşınmaya başlamıştı.
Yan tarafındaki çamaşırlığın üstünde büyük bir boy vazo çiçek, hemen önünde ise beyaz bir kart vardı. Üç gün önce orada değildi, Lily fark etmemiş olmalıydı.
Elisabeth her ne kadar eve bir doktor çağırma konusunda ısrarcı davransa da, Lily buna şiddetle karşı çıkmıştı. "Ben zaten bir doktorum," demişti 'zaten' kelimesinin üstüne basarak. "Sadece henüz diplomamı almadım."
Elisabeth ise bilmiş bir tavırla "Terzi kendi söküğünü dikemez," demişti. "Bunu en iyi kendimden biliyorum." Elisabeth, geniş çaplı bir terziydi.
Masasının üstüne baktı. Öğle yemeği için Elisabeth'in getirdiği tavuk çorbasının yarısı olduğu gibi duruyordu. Lily, her ne kadar vicdan azabı duysa da (Elisabeth vejetaryendi ve eve pek et girmezdi) çorbayı içememişti. Midesi o kadar kötüydü ki ağzına tek bir lokma dahi alırsa kusacakmış gibi hissediyordu.
İnledi.
Geçen gün Dorcas gelmişti ve ona en azından midesinin ağrısını dindirecek bir iksir getirmişti. Sonra anlaşılmıştı ki iksir gribe değil, tamamen farklı bir hastalığa iyi geliyormuş. İki saat boyunca Dorcas'ın özür dilemelerini dinlemişti.
Marlene, ailesiyle birlikte yeni doğan kuzenlerinin Vaftiz törenine Marsilya'ya gitmişlerdi (Marlene'in Dorcas'a yazdığına göre ve Dorcas'ın Lily'ye söylediğine göre ismi Fleur konulmuştu). Birkaç gün sonra ise Almanya'ya geçip hasta dul büyükannesi Adelheid'ı ziyaret edecek, sonra da İngiltere'ye geri döneceklerdi. Dorcas, Marlene gitmeden önce ona verdirdiği gereksiz sözleri ve sanki geri dönmeyecekmiş gibi vasiyetini de anlatmadan duramamıştı Lily'ye. Dorcas'ın dediğine göre eğer bir şey olur da Marlene geri dönemezse tüm kıyafetleri Mary'ye, odasındaki Nimbus 1700 Alice'e, polaroid kamerası Dorcas'a, turuncu bir Mıncık olan kedisi Croketta ise Lily'ye kalacaktı. İmzalı vasiyeti okuyan Dorcas ciddiye almış gibi görünmüyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Marauders Era 2 - Düşüş Zamanı
FanfictionLily Evans kendini hep oldukça şanslı bir kız olarak görmüştü. Canından çok sevdiği arkadaşları, mükemmel bir nişanlısı ve (bundan pek emin olmasa bile) onu seven bir ailesi vardı. Kim dahasını isterdi ki? Ama refahları uzun sürmeyecekti. Gölgelerd...