Mayıs 1979
Aylardır hep birlikte sahip oldukları o sonsuz anılar denizindeki en nadide ve en güzel parçalardan biriydi belki de, o 12 Mayıs gününün akşam saatleri; Alice'le Frank'in düğünü. Hepsine oldukça yeni ve ölümcül bir o kadar da fazla gelen son bir yılın ardından tekrar bir aradalardı; artık yenilmezlerdi ve zinciri kırmak her zamankinden de imkânsız olacaktı -elbette ki bu, Lily'nin düşüncesiydi.
Alice, hayatı boyunca olaylara pozitif yönden yaklaşmayı tercih eden bir kız olmuştu. Bu mümkünse, Dorcas'tan bile daha barışçıl, insancıl, daha neşeli ve inanın bana, daha iyimser biriydi. Lily gibi gerçekçi bir kızın gözlerinin önünde serilen kanlarla kaplı savaş meydanını Alice, ardında sonsuz ışık ve en yücesinden cennet olan, çiçeklerle çevrili bir yol olarak görürdü.
Büyük ihtimalle her ne kadar beş kızın arasında en büyük ve en olgun olması gereken olsa bile (Alice, Ağustos ayının sonunda doğmuştu; Marlene ise 1959 güzünde doğduğu için grubun dışındaydı), kızların Alice'e bir bebek gibi baktıkları zamanlar olmamış değildi. Hatta 1975 yılında; Alice SBD'lerini alırken onu İksir'e çalıştıran kişi, o zaman henüz dördüncü sınıf olan Lily Evans'tan başkası değildi.
Ve belki de bundan dolayı Lily karşısında duran bu tombul, pembe çilli yanaklı ve çilek sarısı saçlı kızın siyah denilebilecek kadar lacivert gözlerinde, kendisi olan Çilekli Kremalı Pasta'ya ait minik bir yer seçiyordu.
İki yıl evvel; 1977 yılında Alice mezun olduğunda aslında tüm okula karşı kendini bomboş hissetmişti Lily. Çünkü asla -ne Marlene, ne Dorcas, Lily'nin en ince duygularını kendilerininlermiş gibi önemsememişlerdi. Ya da bu, Alice'i doğasında vardı ve bir tek ona özel bir hediyeydi; Lily bilmiyordu.
İşte bu yüzden Lily, üstünde on katlı bir pastaya benzeyen gelinlikle oradan oraya koşuşturan Alice Longbottom'a derin bir minnettarlık duygusu besliyordu.
"O kızı üzersen senin derini yüzerim," diye mırıldandı Frank'e.
Genç adam besbelli titredi ve ardından da Lily'ye sarılıp durdurulamayacak bir şekilde kıkırdamaya başladı.
"Çok kısasın, Lily..."
İki hafta öncesinde olanları aklından çıkarmayı yeğlerdi Lily.
James ile konuşmuşlardı. Her şeyden konuşmuşlardı; hayatlarında birbirlerinden -ve kendilerinden- gizledikleri her ne varsa, konuşmuşlardı. Lily kendini nasıl Yedi Ölümcül Günahın melekleri dahi şeytanlara çeviren ve belki de en ölümcülü olan Kibir ile özdeşleştirdiğini; James ise zamanda seyahat etse tam bir piç olan gençliğinden nasıl iğreneceğinden ve ondan kurtulmak için neler yapacağından bahsetti. İkisi de birbirlerinin sözlerini hiç kesmediler.
Andrew Goldstein'e sessiz kalmıştı James, ama sonra, Lily'den özür dilemişti. Lily ise neden olduğunu sorduğunda James, "Seni doğru sevmeliydim," demişti. "Eğer ikinci bir şansım olsaydı, seni daha iyi severdim."
Ve Damien'dan -Vladimir- ve ilk öpücüğünden söz ettiğinde ise James bunu zaten bildiğini söylemişti ama Lily, yine de bundan pek de emin olamamıştı.
"Bana bir anlaşma teklif ettiler, James." Lily'nin söyledikleri üzerine James Potter gözlerini kapamıştı. "Sevdiğim kimseye asa uzatmayacaklardı; ne sen, ne çocuğum, ne arkadaşlarım, ne Henriette ya da Anna Maria. Tek istedikleri..." Lily derin bir nefes almıştı, "bendim. Siyahlar içindeki ben.
"İntikam için Concordia'ya dönüşmek istemiyorum, James. Onun gibi biri olmak istemiyorum. Ama asıl beni endişelendiren şey ne, biliyor musun? Aynaya baktığımda kendim yerine onu görüyorum. Bana bakıyor ve ben yürürken o da evdeki aynaların içinden beni seyrediyor. Bir ayna kırdım ama kırılan parçaların içinde yüzlerce yansımasını gördüm ve olmuyordu sadece, 'Benden kurtulamazsın, Lillian,' diyordu. 'Ben senin dönüşecek hâlinim, Lillian.' Çığlık attım ama kimse duymadı çünkü kapana kısılmıştım orada ve yanımda da onlarca kırık aynanın içindeki canavardan başka kimsecikler yoktu yanımda ve diyor ki, 'Sen karanlıksın, Lillian. Ve kendinden kaçamazsın.'
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Marauders Era 2 - Düşüş Zamanı
FanfictionLily Evans kendini hep oldukça şanslı bir kız olarak görmüştü. Canından çok sevdiği arkadaşları, mükemmel bir nişanlısı ve (bundan pek emin olmasa bile) onu seven bir ailesi vardı. Kim dahasını isterdi ki? Ama refahları uzun sürmeyecekti. Gölgelerd...