16: Aile Yadigârları

314 19 1
                                    

"Daha ne kadar burada kalıyorsunuz, efendim?"

James aynanın önünde papyonunu bağlarken çarşafları düzenleyen hizmetçi kadın sormuştu soruyu. "Yarın sabah havaalanına dönüyoruz," diye yanıtladı James mırıldanarak. Aslında, oradan göze batmayacak kadar uzaklaştıktan sonra cisimleneceklerdi. Gözlerini aynadan ayırdı ve gömleğinin yakasını düzeltti, ayağa kalktı. "İsmin nedir?"

"Christina, efendim." Gözleri çok güzel bir maviydi.

"Kaç yıldır burada çalışıyorsun, Christina?"

"Otuz yıldan fazla bir süredir," dedi Christina büyük yastıkları kabartırken. "Gelenler oldu, gidenler oldu. Ama insanlar hâlâ aynı."

Neredeyse annesi yaşında birisinin bu işleri yapması James'i utandırdı. "Peki ya Mrs Elisabeth Evans'ı hatırlıyor musunuz?" diye sordu James. Dolaba doğru ilerledi ve lacivert ceketini giyerken, Christina'ya engel oldu. "Ben yaparım, teşekkürler."

"Bu bizim görevimiz, efendim," dedi Christina. "Biz bunun için buradayız, bize bunu yapmamız için para ödeniyor. İzin verin de işimi yapayım."

James boy aynasına baktı ve "Teşekkür ederim," dedi.

"Ben Mrs Elisabeth Evans'ı değil, Lady Lizzie Crawley'yi tanırdım," diye devam etti Christina. "Çok kibardı, çok mütevazı; nazikti ve daima hayat doluydu. İnsanların içindeki güzelliği görürdü. Fakat evlendikten sonra bir daha buraya adımını atmadı, yalnızca ara sıra Lady Charlotte ve Lady Hiltraud ile görüşmeye geldi burada oldukları zaman; kimseye belli etmeden. Hizmetçiler saklardı Lady Lizzie'yi. İyi de yaptı bana sorarsanız; Lady Georgina ona... neyse, haddimi aşmayayım." Christina eğildi ve kapıya ilerledi. "Sizi de bunlarla sıktım, kusuruma bakmayın, davetlilerle konuşmayız pek. Bir şeye ihtiyacınız olursa çanı çalabilirsiniz, efendim."

Birkaç dakika sonra Lily içeri girdi ve balkona, James'in yanına ilerledi.

"Nasılsın?" Lily o kadar güzeldi ki James gözlerini ondan zar zor alabiliyordu. Şubatın üçüncü haftasında, hafif soğuk ama yine de iç tazeleyici rüzgâr saçlarını dalgalandırıyordu ve Lily, büyüleyici görünüyordu. Çok uzaklarda, pembe mavi gökyüzünün ötesinde şehir ışıkları parıldıyordu.

James Lily'nin elini tuttu ve "Seninle daha iyiyim," diye fısıldadı. Gözüne, Lily'nin koyu kızıl saçlarına konmuş beyaz bir papatya takıldı. "İniyor muyuz?" dedi Lily'nin koyu yeşil, uçuşan uzun elbisesinin kumaşına dokunurken.

"Evet, neredeyse herkes hazır," Lily başını James'in omzuna koydu. "İnsanlara, doğaya alıştım. Yarın buradan ayrılmak bana çok zor gelecek."

Aşağı inerlerken James duvarlardaki işlemelere ve tablolara bakmadan duramıyordu. Bir tanesinde güzel bir genç kızın resmi vardı; üstünde bahar çiçekleri olan açık kumral saçları öyle uzundu ki ayaklarına dek uzanıyordu. Yan tarafında köklü bir ağaç, kızın etrafında onu çevreleyen cennet kuşları vardı.

"O Persephone," dedi Lily. "Yani şu Yunan tanrıçası olan Persephone. Hades tarafından yeraltı dünyasına onun karısı olmak üzere kaçırılmış ve sonrasında da ona gerçekten âşık olmuş"

"Etkileyici bir hikâyeymiş."

"Kesinlikle, ilkokuldayken bana mitolojiyi sevdiren Yunan bir mektup arkadaşım vardı, ismi Yorgos'tu..."

Yemek salonuna indiklerinde ikisi dışında herkesin zaten orada olduklarını fark ettiler –yani evde olan herkesin.

"Bugün burada daha az kişi var," dedi Lily yemeğe başladıklarında. "Featherstonelar neredeler, büyükanne?"

Marauders Era 2 - Düşüş ZamanıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin