Birinci kitabın son bölümüdür.
-
19 Temmuz 1978, WiltshireHer biri on binlerce ışık yılı uzaklığında olan yıldızların siyah atlası süslediği karanlık ve puslu bir gecede yaprakların hışırtısı, belki de az sonra bir kaplanın; siyah bir panterin veya yalnızca küçük, tüyleri dökülmekte olan bir farenin çıkacağına işaret olabilirdi. Onun yerine upuzun, genişliği neredeyse yetişkin bir insanın baldırı kadar olan kocaman bir yılan sürüne sürüne süslü malikâneye doğru ilerlemeye başladığında, içeri girme konusunda büyük ve gözle fark edilir kararsızlık yaşayan genç kız, şaşkınlıktan ve dehşetten birkaç adım geriye sıçradı. Yılan onu duydu, fark etti, ama duraksamadı bile.
Üstünde siyah ipekten, yürüdükçe serin rüzgârın etkisiyle dalgalanan bir pelerin olan kız, Victorian gotik mimarinin ağır basmakta olduğu saf gri mermerden inşa edilme evin kapısına geldiğinde demir ferforje kapı kendiliğinden açıldı. İçerisi soğuktu; fakat farklı bir soğukluktu bu. Tenin hissedebileceği bir soğukluk değil, yalnızca ruhun hissedebileceği bir soğukluktu.
Parlak yeşil gözlü Ev Cini, Büyük Salon'a giden yolu gösterdiğinde, kız her ne kadar tereddüt etse bile onu izledi. Birkaç sol, sonra sağ, sonra yine sol yaptıklarından sonra daha önceleri malikânede olduğunu bile bilmediği bir koridora saptılar. Zümrüt rengi duvarlardaki demir meşalelerdeki parlak mor ateş son çığlıklarını atıyordu. Orta çağlara aitmiş hissi veren portreler genellikle hareketsizdi; sanki ruhunuzu okuyormuş gibi görünen delici gözleri dışında, elbette ki.
"Kapıyı kapat," dedi kız fısıltıyla. "Dışarıda kal, lütfen."
Ev Cininin emrini yerine getirmesine şaşırmadı.
Kanatlı kapıyı iki taraftan da itip içeri daldı.
Devasa boyuttaki, içeride göz kararı en az otuz kişinin bulunduğu ve kaliteli duvar kâğıtlarıyla bezenmiş duvarlarında sayısız kitapların bulunduğu Salon'u inceleyen kız öylesine büyülenmişti ki ayaklarının sağ tarafından geçip sessizce içeri sürünen yılanı fark etmemişti. Son anda gördüğü yılan, korkmuş bir ses çıkarmasına neden oldu. Yılan, masanın başında yüzü diğer kişilere dönmüş, diğerlerine kıyasla daha büyük ve görkemli olan sandalyeye doğru ilerleyip tekrar hareket etmedi.
Kız, yılanın açtığı kapıyı kapattıktan sonra odanın ortasına doğru ilerledi ve Büyük Masa'ya doğru yavaşça süzüldü.
Gözlerini odada birkaç kez daha dolaştırdıktan sonra, ana masadakiler dışında aslında içerideki kişilerin neredeyse yarısını tanımadığını fark etti -büyük ihtimalle önemsiz kişilerdi. Masadakilerin ise hepsini tanıyordu; mesela Orion Black. Kendisi uzun masanın başında oturan adamın sağ tarafındaydı.
Dikkatini platin saçlılar çekti; beş taneydiler. Kız hepsini gayet iyi bir hafızayla hatırlıyordu. Emrinde uzun bir süre boyunca çalıştığı Abraxas Malfoy, masanın diğer ucunda oturuyordu ama onun sandalyesi öbür uçtaki gibi büyük değildi. Ve Halcyon Malfoy; Abraxas'ın sağ tarafındaki kadın ise besbelli oldukça korkmuş görünen kızın -Celestine Malfoy'un elini masanın altında sıkı sıkı tutuyordu, Celestine, odaya yeni giren kızı gördüğünde eflatuni gözleri acı ve hayal kırıklığıyla büyürken sanki sessiz sessiz çığlıklar atıyor gibiydi.
Özür dilerim...
Küçük kızın yanındaki boş koltuktan sonra Narcissa Malfoy, Narcissa'nın hemen karşısında ise Lucius Malfoy vardı. Onları gazeteden tanıyordu. Narcissa'nın solunda ise şu zamanların Black sahibesi olan Walburga Black yer almıştı. Kocası Orion Black'ten gözlerini sakınıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Marauders Era 2 - Düşüş Zamanı
FanficLily Evans kendini hep oldukça şanslı bir kız olarak görmüştü. Canından çok sevdiği arkadaşları, mükemmel bir nişanlısı ve (bundan pek emin olmasa bile) onu seven bir ailesi vardı. Kim dahasını isterdi ki? Ama refahları uzun sürmeyecekti. Gölgelerd...