Öyle bir Yerdeyim ki - Selda Bağcan
Yol'a Düş - Bir de Sen Gitme
"Aradan çok zaman geçer bazen...
Birkaç mevsim
Birkaç insan
Birkaç anı
Birkaç acı..."Leylim Leylim/ Ahmed Arif
XIV.BÖLÜM: "ANKA'NIN DOĞUŞU"Ölüm sizi değil de, sizden bir parçayı aldığında o mezar iki kişiliktir.
Acının nasırlı elleri bir bebeği acıyla sıvanmış geçmişin kollarında avutulan bir kadının rahmine düşürdüğünde, görkemli bir yalanın ensesinde ecelin nefesi duyuldu. Nefsine hakim kılınamamış gerçekler son kez hançeri kalbine sapladı, kadın artık kendi nabzında bir mezardı. İnsan en sevdiğini kaybedip de en sevdiği yanından eksik bırakıldığında, ruhu kalbine dolanırdı.
Artık her şey değersiz, tüm yollar dolambaçlıydı.
En sevdiğini kaybeden insanların mevsimi hep aynı kalır, yıllar geçse de hep o ayazdaymışçasına üşürler, hep o yağmurda ıslanırlar, hep ama hep o günde yaşarlar. Çünkü takvim hep o günde kalır. Cesedini defnedip, bir de üstüne, mezarına bir kürek de siz attıysanız, dünyanın bütün renkleri çarmıha gerilmiştir. Boynunuza geçirilmiş kalın urganla öylece idam edilmeyi beklersiniz. Ama ayaklarınızın altındaki tabureyi çekmezler, boynunuzdaki ipi de çıkarmazlar, öylece kalırsınız. Ölmezsiniz, ölümün boynunda atan bir nabız olursunuz.
Ölüm sizi alana dek, ölüm sizsinizdir.
İdam edilmeyi bekleyen bir mahkum gibi darağacında kaldım. Bana ölümümü izlettiler, sonra da çekip gittiler. Herkes, her şey dağıldı...bir ben kaldım, bir de acım. Anne ve babamı kaybettiğimde bile nefes alıyordum. Fakat şimdi o nefes ciğerimi delerek canıma bata bata boğazımdan taşıyor, ağzımda yaralar açıyor, göğsümde bir bıçak yarasına dönüşüyordu. Öyle bir şey ki, ne göğsüme sığıyor ne de nefes aldırıyordu. Soyut olarak değil, gerçekten tüm kemiklerim kalbime batarcasına içimi acıtırken elimi bağrıma koyup kaç kere ölmek istedim anlatamam. Acıdan geçemedim. Acıdan geçilirdi belki de, ölümden geçilmiyordu.
Selası verilen, evinizin içinde veya balkonunuzun güneş vuran tarafında keyifle otururken kulağınıza çalındığında sadece bir anlık içinizi ürperteninden değil, bir ömürlük yüreğinizi yerinden alanından bahsediyorum. Mezarlığın önünden geçerken sadece tam bir nedene bağlı olmadan, bazen içten bazen öylesine dua okuyarak geçmekten değil de, dizleriniz tir tir titrerken ayak bileklerinizin sizi taşıyamayıp mezar taşına geldiğinizde yığılıp kalmaktan bahsediyorum. Öyle omuzda taşınacak kadar anılarla yıllanmamış bir bedeni bile olmayan bir tabuttan bahsediyorum.
Minicik bir tabut ve o tabutu yutan küçük bir mezar taşı.
Bir adı bile yok.
Yaşı yok.