Derya Uluğ - Sana Çıkıyor Yollar
"Yıkılmak bir binaya mahsus bir şey değil ki, Züleyha. Bir insanın, bir cümleyle yıkıldığını gördüm ben."
Elde Var Hüzün - Atilla İlhan
XXVII.BÖLÜM: "BAŞA DÖNEN YOLLAR VE NEFES KESEN DURAKLAR"
Bedenin cesedi toprağa sığıyor ama ruh, kalpte binlerce kez ölmeye devam ediyor ve bir mezarı olmuyor.
En sevdiğinizi bir daha hiç geri gelmemek üzere tamamen kaybettiğinizde ondan geriye kalan küçücük bir anıya her tökezleyişinizde, sanki tabut o günkü gibi omuzlarınıza konulmuş gibi gelir ya, hani o ağırlığın altında ezilirsiniz ama bir yandan da yine de omuzlarınızdan hiç alınmasın istersiniz...öyle bir an gelir ki, o cenazeyi bir türlü içinizden kaldıramazsınız ya... Karşımdaki beyaz kapıda kilitlenip kalan bakışlarımla ben de içimden hiç kalkmayan bu cenazenin sonsuza dek beni ruhumun mezarında bekleteceğini hissettim.
Yaşıyor, diyordu. Bebeğim yaşıyordu.
Kızımız, diyordu. Kızdı.
Bir kelime bir insanın nasıl ömrüne dokunabilirdi? Her şey daha dün gibiydi...bebeğim, ölmüştü. Delirmiş olmalıydım. Bunların gerçek olma ihtimali... Ruhum o kadar sızlıyordu ki bu gerçeği kaldıramayacağımı sandım. Onu böylesine kaybetmişken bir anda bulmak kalbimi alt üst etmişti. Kapının ardından Akif'in Demir'le olan tartışmasını duyuyor ama kapıda kalan feri gitmiş bakışlarımla boşluğa doğru bakmaya devam ediyordum. Demir, ayaklarımı buraya fiziken bağlamıştı ama ben burada asıl ruhumdaki prangalarla çakılıp kalmıştım. Bir hıçkırık boğazımdan yükselirken zihnimden binlerce şey geçti. Şimdi...şimdi ne olacaktı?
"Bebeğim," diye mırıldandım ağzıma bağladığı şeye rağmen, çatallı çıkan sesimle. Bir kelime içimi buz etti, kalbim ise onu ateşiyle kül etti. Kapının açıldığının bile farkında değilken Demir'in yanıma gelerek ellerini yanaklarıma koyup sanki her şey olması gerektiği gibiymiş gibi normal davranarak endişeyle yüzüme bakmasına donakalmış bir bakışla karşılık verdim.
"Esin? Neden ağlıyorsun? Bir şey mi oldu?" Yüzümdeki ellerini itmek, yüzüne tükürmek, hatta boğazına yapışıp onu öldürmek istedim ama sanki felç geçirmiş gibiydim. Şok içerisinde olduğumdan olsa gerek ki zar zor aldığım nefesle gözlerimi bile kırpmadan ona bakıyordum. Delirmiş gibi kafasını iki yana sallayarak gülüyordu. "Merak etme, kızımızı bizden alamayacaklar güzelim. Ağlama, sakın ağlama," diyerek ağzımdaki kravatını, sonra da sandalyeye bağladığı ayaklarımdaki ipi çözüp attı. "Özür dilerim, özür dilerim. Bağlamak zorundaydım ama sen sakın korkma, onu gönderdim. Kızımızı bizden alamayacaklar." Ellerim, dizlerim ve hatta dişlerim zangır zangır titremeye başlamıştı. Sanki yüksek ateşe yakalanmışım gibi dehşetle titriyordum. Dişlerimin her birbirine çarptığında çıkardığı ses onu bir kez daha gözlerime bakmaya ittiğinde, irislerinde gezinen o hastalıklı ruhu gördüm. "Canım, hasta mı oldun yoksa? Neyin var söyle hadi?"