Cem Adrian - Elbet Bir Gün Buluşacağız
"Uçup gitmiş anlardaki duyguları özlediğim bile yok: Duygu şimdiki zamana muhtaçtır; o an geçtikten sonra sayfa kapanır ve hikâye sürer, öykü ise biter."
Huzursuzluğun Kitabı / Fernando Pessoa
XXI.BÖLÜM: "KAYBEDİLMİŞ GECENİN BAĞRINDAN DÖKÜLEN GÜNAHLAR"
Bir ölü nasıl suç işleyebilir ki?
Söylediği sözden hemen sonra telefonu yüzüme kapattığı andan itibaren zihnim orada takılı kaldı. Aynı sahneyi dönüp dönüp başa sararken asla anlamıyordum, yoksa anlamak mı istemiyordum onu da anlamıyordum. Öyle ki içime tarifi imkansız bir sıkıntı çökmüştü. Dolanıp durduğum odanın içinde boğulacakmışım gibi hissettiğimde kapıyı açtım, beni yönlendiren ayaklarıma itaat ettim. Hemen yanımdaki bebek odasının önünde durduğumda boğazımdaki yumruyla öylece kaç dakika olduğum yerde durduğumu bilmiyorum. Elim usulca kapıya uzandığında titreye titreye kulpu aşağı indirdim. Zifiri karanlıktı. Işığı açmadım, açamadım. Gördüğüm kabuslar zihnimde şimşek gibi çakarken bir bebeğin feryatları kulaklarımı çağladı. Aniden geri çekilerek kapıyı sertçe kapatıp elimi ağrıyan kalbime götürdüm. Şimdi hepten nefes alamıyordum. Koşar adımlarla dış kapıyı açıp kendimi zar zor bahçeye attım.
Serin bir yaz gecesiydi. Dışarıda tüm şehrin kalabalığından bir parça sıyrılmış ufak tefek bir sessizlik uyuyordu. Korkunç bir karanlık hakimdi. Yere, tam kapının dibine dökerken gözlerimi kapatarak başımı arkamdaki duvara yaslayıp derin derin nefes aldım. Ellerim hâlâ titriyordu, onları kucağımda birbirine örterek durdurmaya çalıştım ama olmadı.
"Allah'ım n'olur bitsin," diye fısıldadım acıyla. "Bitsin artık." Sımsıkı kapattığım gözlerimin arasından sızan yaşlar kirpiklerime sağanak sağanak yağdığında acı genzimi yaktı. "Dayanamıyorum...dayanamıyorum." Başımı duvara hafif hafif duvara vura vura ağlarken hıçkırıklarım boğazımda bir düğümdü. Fakat daha fazla dayanamayıp ağzımdan kaçırdığımda elimi ağzıma bastırarak kendimi susturdum. Yıllarca her şeyi, tek başıma, kendi içimde halletmiş biriyken, şimdi artık içimde hâlledemeyeceğim bir noktadaydım.
Ağlayışlarım iç çekmeye döndüğünde ıslak gözlerimi aralayarak çok uzaklara baktım. Çok uzaklarda ışıkları yanan evlere ve diğerlerine... Kimisi sırtını çevirmiş birisi kadar kapkaranlıktı, kimisi herkesi kucaklarmış gibi ışıl ışıl yanıyordu. Öyle değildi. Kapkaranlık olan o evlerde huzurlu bir uyku mu vardı bilinmez, ya da bütün odaları ışıl ışıl yanan o evlerin içinde biraz önce ağzına geleni söyleyen ebeveynlerin kavgasını izlemiş bir çocuğun gözyaşı mı... Yoksa kırık bir kalple uykuya dalanların kendini 'ben de buradayım' deme şekli mi?
Duvar bu sonuçta, eğer onu gösterişli bir taşla şekillendirmişsen gösterişli görünür. Beyaza mı boyadın, beyaz olur. Beş penceresi mi var...beş pencerelidir. Bahçe mi yaptın, bahçelidir o hâlde. Sen taşa ne şekil vermişsen odur, o olur. Bir yeri çatladı mı alçıyla sıvandı mı hiçbir şeyi kalmaz. Ama ya kalp...Sen nasıl şekillendirirsen şekillendir; çatlar, kırılır, sertleşir, acır, kanar. Beyaza boyasan biri gelir siyah çalar. Her şeyinle mutlu olsan, biri gelir oraya yara açar. Çok gülen biriysen bile, biri gelir senden geriye bir şey kalmayacak kadar her şeyi alıp gider ve artık gülmeyi unutursun.