Canım kardeşim, sevinince bakışlarında gökkuşağı açan sevimli kız,
Bugün sabah, birkaç zamandır aklımda olan bir şeyi gerçekleştirmenin heyecanıyla uyandım. Evdeki savaş sessizliğini umursamayıp kahvaltıda annemle babam dinlemekten bıkana kadar saçma sapan konulardan konuştum. Sonra ikisinin de mahkeme duvarı gibi suratlarına aldırmadan yanaklarına birer öpücük kondurup yola çıktım.
Yeni milyonlarca mucizenin yanından geçip mutlulukla ilerledim. Vitrinlere bakarken bir yandan da kendi kendime hafifçe konuşuyor ve sekerek küçük çocuklar gibi yürüyordum. Önce kaldırıma selam verdim sonra asfalt yolun ortasında yapayalnız duran bariyerlere gülümsedim. Ağaçlar, kuşlar ve gökyüzünü saymıyorum bile. Ama böcekleri - o küçük kerataları- unutursak olmaz.
Hiç gülmeyen insanların arasında bir Marslı edasıyla yürüdüğüm iki saatin sonunda büyük kitabevinin kapısından girdim ve aheste adımlarla rafların arasında dolaşmaya başladım. Tarih kitapları, bilim-kurgu ve çok satanları aşıp dükkanın neredeyse unutulmaya yüz tutmuş, kameraların bile görmediğine emin olduğum rafların yanına -kör noktaya- vardım. Dükkana girdiğimden bu yana farkında olduğum halde farkında değilmiş gibi davranmaya devam ederek raflara eğildim ve merakla incelemeye başladım.
Altın yaldızlı tezhipleri parmaklarımın uçlarıyla okşarken yavaş yavaş göz gezdiriyordum. En sonunda pembe ciltli olanını elime alıp hızla arkama döndüm ve "Bu nasıl?" diye sordum. Gözlerim gözlerine tutunmuştu, lakin o bana değil elimde tuttuğum kitaba bakıyordu. Dudağının bir kenarını düşündüğünü belirtircesine eğmişti ve bu hareketinin ortaya koyduğu çukurla çok sevimli görünüyordu.
[Tabi bu anlatımımdan gören de/okuyan da altı yaşında bir çocuktan bahsettiğimi düşünür ama sen Bay X'ten bahsettiğimi anla.]
Yavaşça kaşlarını kaldırıp sonrasında bakışlarını kaldırdı ve "Olabilir ama olmayabilir de." diye başladı ve devamında o deriiiiiin felsefi okyanuslarına dalmak üzere olduğumuzu aladığımdan başımı yerinden kopartacak bir hızla sağa sola sallayarak "Olmak ya da olmamak işte bütün mesele bu!" diye bağırdım. Fısıltıyla ama.
Çevik hareketlerle tekrar raflara dönüp başka bir tanesine uzandım.
"Peki ya bu?"
"Senin için fazla kalın."
"Şuna ne dersin?"
"Osmanlıca okumayı sökeli ne kadar oldu?"
"Gayet de Türkçe bu!"
"Başlıktaki dört kelimeden üçünün anlamını bilmiyorsun."
Ona cevap veremeyeceğimi anladığım vakit dudaklarımı büzüp yeniden kitaplara döndüm. (Haklı olduğunu söylemeyecektim elbette ama yine de sen bil. Ayrıca ne zamandan beri dudaklarımı büzmeye başladığımı ben de bilmiyorum.) Yeniden bakınmaya başladım. Kitapçının kör noktasında olabilirdik ama tahminimden daha fazla kitap vardı. Birden en dipte unutulmuş gibi duran sıraya gözüm takıldı, benimle aynı anda Malcolm de oraya bakmış olacak ki seslice okudu. "Kronolojik Kur'an Meali"
Bir süre birbirimize baktık. Ve en sonunda kitabın parasını ödeyip dükkandan çıktığımızda poşeti göğsüme bastırıp kocaman gülümseyerek yürümeye başladım. Yüzümü dükkanların olduğu tarafa çevirmiştim. Bunun iki nedeni vardı. Birincisi bu devasa sırıtışımı Malik'in görmesini istemiyordum, ikincisi de vitrin camlarından ikimizin yanyana duruşunu seyretmek hoşuma gidiyordu.
Aslında üçüncü bir nedeni daha var, sır olan. Ama sen zaten çoktan o sırrı biliyorsun. Yani neden aynı vitrin camına yansımamın düştüğü onlarca diğer insanla yanyana oluşum kıymetsizken, Malik'in yansımasının bile beni gülümsetişinin sırrını...
![](https://img.wattpad.com/cover/113017553-288-k318931.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kız Kardeşime Mektuplar
Historia CortaCanım Kardeşim, Bu tuhaf adamla nasıl tanıştığımın hikayesi.