🍁42

1.3K 266 62
                                    

Canım kardeşim,

O uzun suskunlukta uyumuşum. Gözlerimi araladığımda Malik hâlâ karşımdaki refakatçi koltuğunda oturuyordu. Gülümsedim. Uyumadan önceki ruh halimden tamamen sıyrılmıştım. Yatakta doğruldum ve gözlerimi ovuşturup sırtımı yatak başlığına yasladım.

"Malik." dedim uykudan kısılmış sesimle. Efendim dercesine kaşlarını kaldırdı. "Konuşsana."

"Ne konuşayım?"

"Bilmem. Ne olursa. Anlat işte bir şeyler."

Kollarımı karnımın üstüne rahatça bırakıp bakışlarımla Malik'in yüzünü okşamaya başladım. Koltukta geriye yaslanmış, bir ayak bileğini dizinin üstüne yerleştirmiş öylece oturuyordu. Çenesini ve âdemelmasını daha da ortaya çıkararak kafasını geriye atıp koltuğa yasladı. Gözleri tavanda amaçsızca gezerken düşünüyordu. O anda beyninin içinden neler geçirdiğini merak ettim. Mesela bir hikaye mi düşünüyordu yoksa anlatabileceği anılarına mı gitmişti? Malik'in beyni nasıl çalışıyordu. Bu tuhaf adamın beyninin içi de onun kadar tuhaf mıydı acaba? Ben kendi sorularıma öyle çok dalmıştım ki birden ani bir harekete dizindeki ayağını yere indirip doğrulduğunda irkildim.

"Hadi gidelim." dedi gözlerimin içine bakarak.

"Nereye?" diye soramadan odanın kapısı tıklatıldı. Ve benim cevap vermemi beklemeden içeriye dünkü genç doktor girdi. Oldukça yorgun görünüyordu. Kafasını elindeki dosyalarından kaldırıp "Bugün nasılsın?" diye sordu.

"Düne göre çok çok iyiyim fakat hiçbir zaman gerçek anlamda iyi olmayacağım."

Cevabıma anlayışla kafasını salladı ve "Tahlillerin sonuçlandı. Son durumu konuşmak için geldim. Ama annenleri beklemek istersen akşam konuşabiliriz." diye ekledi. Yüz ifadesinde ne olduğunu çıkaramadığım bir tuhaflık vardı.

"Yo, hayır. Onları beklemimize gerek yok." deyip cam tarafına yakın koltukta oturan Malik'e döndüm. "Doktorla yalnız konuşmak istiyorum." diye devam ettim. "Beni dışarda bekler misin?" Malik anlayışla kafasını sallayıp oturduğu yerden kalktığında yüzümü yeniden doktora çevirdim. Bakışları üzerimdeydi. Ve Malik odadan çıkana kadar aynı ciddiyette bana bakmaya devam etti. Nihayetinde yalnız kaldığımızda huzursuzca boğazını temizledi ve "Az önce çıkan kimdi?" diye sordu.

Genişçe gülümsedim. Nedense Malik'ten hoşlanmamış gibi duruyordu. "Malcolm X." dedim. Kaşları şaşkınlıkla çatıldı. "O biyografik filmi olan Amerikalı zenci değil." diye girdim araya sonra hafifçe sırıttım. "Malik Şahbaz desek daha doğru olur sanırım. Arkadaşım."

Doktor hâlâ kafası karışmış gibi duruyordu. Bunu tahmin etmem gerekirdi. Malcolm X kısmını hiç karıştırmamalıydım fakat olan olmuştu. "Yani arkadaşım diyelim, ama tam olarak arkadaşım da sayılmaz."

Usulca kafasını sallayıp dosyasını karıştırdı bir süre, sonra yeniden bana döndü. Susmam gerektiğinin farkındaydım lakin ilk kez senden başkasına Malik'i anlatma fırsatını bulmuşken bunu kaçırmak istemedim ve böylece devam ettim.

"Aslında gerçek adını bilmiyorum. X ya da Z ya da Q olmasının bir önemi olmadığını söylediğinde ona Malcolm X demeye karar verdim ama Malcolm çok tuhaf oluyordu yani kalabalıkta Malcolm diye seslenmek... O yüzden de Malik Şahbaz demeye karar verdik- ki bu ortak kararımızdı. Ayrıca isim ve ad metaforuna bir göndermeydi de aynı zamanda ama her neyse... Okulda tanıştık, tuhaf olduğunu biliyorum. Ama şu aralar hayatımda olan en normal şeylerden biri sanırım Malik."

Bir an durup söylediğim şeylerin ne yöne gittiğimi fark edince yüzümü ellerimin arasına sakladım.

"Saçmalıyorum galiba. Buraya bunları dinlemek için gelmediniz."

Isınan yanaklarımı sertçe ovuşturup bakışlarımı yeniden doktora kaldırdım. Gözlerinde meraklı bir parıltı vardı. "Ne kadar oldu, tanışalı?" diye sorduğunda, bu sorusunu fazlaca garip bulmuştum. İster istemez kaşlarımı çattım ve huzursuzlukla onu seyretmeye devam ettim. Dosyaları sol eline almış, cebinden çıkarttığı telefonuyla uğraşıyordu.

"Yanlış anlamayın ama bunun sizi ilgilendirdiğini düşünmüyorum. Konuşmak için geldiğiniz mesele neyse onu konuşmayı tercih ederim."

Kafasını bir an için telefonun ekranından kaldırıp "Aslında konuşmak için geldiğim konuyla alakalı olduğunu düşündüğüm için soruyorum." dedi. Sonrasında telefonuna geri döndü. Ne söyleyeceğimi bilemeden "Bak işte burada." diye konuştu yeniden ve telefonunu burnumun dibine soktu.

Ben daha ne olduğunu anlayamadan bakarken telefonun ekranında oynayan siyah beyaz şekilleri izlememi bekledi. Sonra o şekilleri işaret ederek konuşmaya başladı.

"Şu beyaz büyük yuvarlağı görüyor musun? Temporal lobdan başlayıp pariyetal loba ve oradan da oksipitale uzanıyor. Şimdi de şuna bak frontal lobda geniş bir alan tutmuş. Bu iki kitlenin de bu kadar büyük olup nasıl bir semptom vermediğini anlayamamıştık. Bize sadece baş ağrılarından bahsetmiştin ve en son geçirdiğin epilepsi benzeri nöbeti saymazsak bu pek de mümkün değildi."

Bir anda durup onu takip edemediğimi anlayınca derin bir nefes aldı. Telefonu yüzümden çekip dosyalarla birlikte komodinin kenarına bıraktı ve ensesini sıvazlayıp yüzüme baktı. "Az önceki görüntü senin beyninin görüntüsüydü." dedi yavaşça. Ne ima ettiğini anlamamı bekler gibi bir hali vardı. Fakat nereye varmaya çalıştığını hâlâ anlayabilmiş değildim. Gözlerini sıkıca yumup tekrar açtı. O an nedense bana acıdığını hissetmiştim. Yatağın ucuna oturup gözümün içine baktı.

"Az önceki görüntü senin beynindi. Oradaki siyahlıkların içinde olan iki tane beyaz şekil de kitleydi. Yani tümör..."

Yavaş yavaş, tane tane konuşuyordu. Sanki bir serçeyi ürkütmekten korkarcasına nazik...

"Çok büyükler, yaklaşık portakal kadar varlar. Ve yüksek ihtimalle oraya, bağırsağındaki kanserden kopup geldiler. Biz buna tıpta metastaz diyoruz. Hastaneye yatmana neden olan nöbetinin nedeni bu kitleler. Baş ağrılarının sebepleri de onlar. Hatta bağırsak kanserinin neden olduğunu sandığımız inatçı kusmalarının da nedeni bunlar olabilir."

Durduğunda beklentiyle yüzüme bakıyordu. Acımayla... Bir şey dememi bekliyordu ya da bağırıp çağırmamı emin değilim. O an aklımda sadece 'portakal' kelimesi yankılanıp duruyordu.

Portakal, portakal, portakal, portakal, portakal, portakal...

Ama hepsi bu değildi. Söyleceklerinin tamamı bu değildi. Bunu kemiklerime kadar hissedebiliyordum. En kötüsünü en sona saklamıştı.

"Az önce," dedi durdu. Nasıl devam edeceğini bilemiyor gibiydi. "Odaya girdiğimde, içeride kimse yoktu. Senden başka."

Durdu. Sonsuzluk kadar uzun bir süre sadece durdu.

"Malik yoktu." dedi.

"Malik hiç olmadı."



Kız Kardeşime MektuplarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin