Bir sonbahar çaresizliği 11

1.1K 247 6
                                    

Konunun nereden nereye geldiğini düşündü. Duyduklarına şaşırmıştı.
Peygamber babasına güvenmemesi, O'nun bile kızını kurtaramayacağı öğüdünü veren Peygamberi düşündü!..

"İmam efendi Allah'tan kontenjan ve ayrıcalık almış ama..." diye geçirdi içinden.

Allah'a mı yoksa İmam Efendi'ye mi tapıldığı sorusu belirdi zihninde.
Cevap veremedi.
Artık sıkılmıştı bu muhabbetten.
Sadece muhabbetten değil Ahmet Hoca'dan da sıkılmıştı.
Bu hiç aklına gelmemişti.

"Teşekkür ederim Hocam, ben Allah ve Peygamber'ine tabiyim. Ben artık kalkayım, çay için teşekkür ederim." deyip, Ahmet Hoca'nın o güne kadar hiç görmediği biraz öfke ve biraz kindar bakışları arasında orayı terk etmişti.

Yarım saatlik bir yürümenin ardından dershane caddesinin gri parke taş döşeli sokaklarına adım attığında, Ahmet Hoca'nın kendisine olan ilgisi ve samimiyetinin o tarihten itibaren kalmadığını anımsadı.


Dershane kapısından içeri girdiği andan itibaren yoğun bakımda şok veriliyormuşçasına kalbi göğüs kafesine vurmaya başladı. Merdivenlerin önüne geldiğinde durdu. Avuçlarını ağzına götürdü ve parmaklarıyla burnunu kapattı.
Derin bir nefes aldı.
Önceden Selin'in olup olmadığını tespit etmek istermişçesine ikinci kata çıkan basamaklara baktı. "

"Allah'ım sen büyüksün!" diyerek merdivenleri ağır adımlarla çıkmaya başladı. İkinci kata geldiğinde kafasını sabit tutup gözüyle sol tarafa baktı. Öğretmenler odasını ve etüt odalarının kapılarını süzdü hızlıca. Beyaz önlüklü bir bayan öğretmenin ayakta iki öğrenciye test yaprakları üzerinden bir şeyler anlattığını fark etti.
Bir derin nefes daha aldı.
Üçüncü kata yöneldi. Heyecanını dindirmek için etrafından inen çıkan öğrencilere dikkatini vermeye çalıştı lakin bir flu duman sanki gözlerini kaplamışçasına baktığı hiçbir yüzü tanıyamadı.
Sınıfın önüne gelince durakladı. Pantolonun ön cebinden çıkardığı telefonunun saatine baktı. Evden beri geçen zamanın yaklaşık 45 dakika olduğunu far ketti.

"On beş dakika var." dedi.

"Esra, geldi mi acaba?" diye sınıftan içeri girdi.

Çokta muhabbeti olmadığı iki kız ve bir erkeğin kendisine günaydın dercesine gülümsediklerini gördü. Tarık, istemsizce aynı şekilde karşılık vererek sınıftan geri çıktı. Terasa yöneldi. Esra'yı görmek istiyordu. Çünkü Esra'yı görmek bile Selin'e yaklaşmış hissi veriyordu adeta kendisine. Ayrıca sormak istediği sorular vardı Esra'ya. Selin bir haftadır yoktu ne geçen hafta sonu ne de hafta içi etütlerinde.

"Günaydın Tarık!" dedi tanıdık bir ses terasa açılan kapıdan çıkar çıkmaz.

"Esraa!, Günaydın, günaydın arkadaşım!"

Bunu söylerken sesinin titrediğini fark etti Tarık.
Esra tatlı tatlı gülümsedi, Tarık'ın elini tutarak:

"Gel ben sana çay ısmarlayayım, sen de bana eşlik et" Tarık anladı neye eşlik edeceğini ve gülümsedi.

"Çay içmeyeceğim ben, eyvallah!" dedi ve ekledi:

"Bir dalda bana uzatırsan eşlik ederim sana."

"Boğmasın seni, unutmadın dimi" diyerek tek kaşı kalkmış bir alaycı ifadeyle Tarık'a baktı Esra.
Unutmamıştı Tarık, bir ders boyunca öksürükten boğulmuştu arkadaşlarının kahkahaları arasında. Ancak yanlış yaptığının farkında olarak tekrar içmek istedi Tarık, heyecanını dindirir ümidiyle.

"Bu dağ ne rüzgârlar gördü, bir şey olmaz!" dedi sahte bir ciddiyetle Esra'nın gözlerine bakarak.

Esra, Tarık'ın dibine geldi ve ayak parmaklarının üzerine yükseldi.
Yüzünü Tarık'ın yüzüne yaklaştırdı.
Burnunu burnuna değdirdi.
Ta gözlerinin içine bakarak:

"Benim rüzgârım dağ filan dinlemez yiğidim" dedi ve gülerek ayaklarının üzerine indi.

"Vaaayy, egoya bak!" dedi Tarık.

"İşinize gelirse paşam." cümlesinin ardından kirli, beyaz bir dumanı önce ağzından, sonra burnundan çıkardı.

Tarık bir nefes çekti içine sigaradan, öksürür gibi oldu ama öksürmedi. Az önceki neşeli ve imalı sohbet yerini derin ve efkârlı bir sessizliğe bırakmıştı.

...

BİR YÜREĞİN DİRİLİŞ ÖYKÜSÜ RAFLARDA!!  (RAFLARDA)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin