Bir sonbahar çaresizliği 14

1.1K 226 6
                                    

Dolmuştan inince dershaneye doğru yürümeye başladı.
Hızını artıran yağmur saçlarını birbirine yapıştırmış,
gözlerinden düşen damlalar ağzına doğru ilerlemiş ve orada bir müddet gezindikten sonra boğazına doğru yönelmişlerdi.

İlk ders Ahmet Hoca'nın dersiydi ve bu O'nun iyice canını sıktı. Dün derse gelmediğini hatırladı ve "İnşallah bugün de gelmez!" diye geçirdi içinden.

Nereden nereye gelmişti aralarındaki ilişki...

O, kendisini devamlı göz hapsinde tutan, yanında görmek isteyen, nasihatler veren, her gün çay ısmarlama telaşında olan adam gitmiş; yerine kendisini hiç görmeyen, resmi olarak sadece derslerde konuşan, dışarıda yüzüne bile bakmayan soğuk bir kişi gelmişti.

"Bir muhabbette kendi düşüncelerimi açıkladım diye bir adam bu kadar değişir mi?" diye kendine sordu ıslak caddede karşıdan karşıya geçmeye çalışırken.
Sonra diğer kaldırımların başında bir an durakladı.
Ahmet Hoca'nın kendisine geçen yıl ki o sohbetten sonra öncesine nazaran az da olsa yine ilgisi vardı.
Hatta bu senenin başında da kısmen konuşuyorlardı.
Ekim-Kasım aylarından itibaren Ahmet Hoca'nın tavırlarının tamamen değiştiğini hatırladı.

"Allah Allah!" dedi Tarık. O ayları hatırlamaya çalıştı. O zamanlar bir şeyler yapmış olabilir miydi Ahmet Hoca'yı kızdıracak.
Düşündü, düşündü ama bir şey bulamadı. Sınıfa girdi kendisine günaydın diyen insanların arasında. Tarık selam verdi ama hiçbirisini görmüyordu. İki sıra halinde uzanan masaların en arka, cam tarafına oturdu. Bu yıl Ahmet Hoca'nın derslerinde burası genellikle Tarık için bir çıkış noktası oluyordu.

Mustafa girdi sınıfa her zamanki gibi delikanlılığını ispatlamak istermişçesine tavırlarla. Direk Tarık'ın yanına geldi. Masanın başına dikildi, gözlerini Tarık'a dikti.

"Hayırdır kardeşim, son günlerde moralin bozuk canın sıkkın gibi." dedi şefkatli bir tavırla.

"Yok be kardeşim her zaman ki haller işte." diye geçiştirmeye çalıştı Tarık. Mustafa olayı anlamıştı.

"Selin değil mi mesele?" dedi kafasını sallayarak.

"Biliyorsun kardeşim işte..." dedi Tarık derin bir iç çekerek.

"Takma kafana kardeşim, o kız seni seviyor bak rahat ol!"

"Bir bilebilsem..." dedi Tarık ve bir derin of daha çekti.
Mustafa, elini Tarık'ın omzuna iki defa hafifçe vurur gibi yaparak ön sıralara gitti ve oturdu. Tarık'ın yanına bazı zamanlarda oturmaması gerektiğini biliyordu. Çünkü O'nun yanı çok önemli bir misafire rezerveydi her zaman. Belki gelir oturur diye...

Erkeğin tesellisi de bu kadar olur düşüncesiyle iyice bunaldı Tarık.

"Takma kafana, geçer gider, sana kız mı yok, bak göreceksin... "

Bir erkeğe dünyaları anlat karşılığında klasik cevaplar bunlar.

"Yetmiyor işte rahatlamama, yetmiyor canımın yanmasının önüne
geçmesine!"

O'nun için mi diyorlardı acaba : "Bir cinsi en iyi anlayacak karşı cinstir." lafını.

O an nedensiz bir şekilde Esra'yı aradı gözleri. Ama göremedi.
Gelmeyecek miydi acaba?
Esra'ya öfkesi henüz geçmemişti.
O güzel olup da kendisine hayran olabileceğini düşündüğü tek kızdı. Adeta gururunun kendini ispat sebebiydi. "Saçmalama!" sözü ne kadar da ağır gelmişti kendisine. Tarık, en azından bir şaşırma, bir heyecan bekliyordu. "Ben!" diyordu, "Ben, sana şaka da olsa âşık oldum demişim. İnsan bir heyecanlanmaz mı, gözleri parlamaz mı?" diye düşündü. Selin kendisini reddederse Esra'ya yönelip, Selin'i kıskandırmanın planını bile yapmıştı defalarca kafasında. Demek ki Esra ile romantik, gizemli, duygusal şeyler konuşup Selin'in kıracağı onurunu tamir edemeyecekti. O an kendinden utandı düşündüklerinden dolayı.

"Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!" ayeti beyninde şimşek gibi çaktı.
Bir kızın duygularını mı kullanmayı düşünmüştü?

"Allah'ım affet!" dedi.

"Kız zaten sana kapı açmadı ki; ne bu yanlış yapmışım tavırları filan..." dedi kötü sesin sahibi.
Bu ses yine Tarık'ın canını sıkmıştı.

"Kızın sana duygusu yok ki duygularıyla oynayasın, kendi kendine triplere giriyorsun." diye ilave etti kötü sesin sahibi.

"Sen kıza Selin'i seviyorum dedin ve duygularını anlattın. Tabii ki seninle o tür konulara girmeyecek." dedi iyi sesin sahibi.

"Sen kendini popüler biri olarak görüyordun. Sınıfta her kızın seninle çıkacağını düşünüyordun. İstediğin kadar Selin'i biliyor falan de, eğer içerisinde en ufak bir heyecan olsaydı Selin'i filan düşünmez, sözlerine mutlu olurdu." diye cevap verdi iyi sesin sahibine kötü sesin sahibi.

"Senin şaka yaptığını biliyor ki..." dedi iyi sesin sahibi.

Ahmet Hoca'nın sınıfa girmesiyle iki ses arasında bunalan başını kaldırdı Tarık.

"Bu adam hiç kot pantolon ve tişört giymez mi?" diye geçirdi içinden.
Ama yakışıklıydı.
Hakkını veriyordu Tarık.
Kısaca saçlarını fönle sola yatırmış, kemikli yüzünün buğdaysı rengi üzerinde kapkara gözleriyle "yakışıklı adam!" itirafına neden olmuştu Tarık'ın.
Kendisinden haylice uzun boylu ve fit vücutluydu. Siyah kumaş pantolon, siyah parlak kemer, üstten bir düğmesi açık beyaz gömlek, kirli bir sakal... Kendisine nazaran çok yakışıklı buldu Tarık Ahmet Hoca'yı. Kendisini O'nun bedeninde düşündü. Kim bilir ne kadar beğenilirdi, dikkat çekerdi.

"Arkadaşlar, derse başlamadan önce bir duyuru yapmak istiyorum. Çarşamba günü hep birlikte çiğ köfte partisi yapacağız. Üniversite sınavının stresini dağıtacağız hep beraber. Güzel bir akşam geçireceğiz." dedi.

"Kaçta ve nerede hocam?" dedi bir erkek öğrenci.

"Özel Yiğit Lisesi'nin konferans salonunda Çarşamba akşam 6'da toplanacağız. Gelemeyecek olan var mı? diye sordu Ahmet Hoca.

Bu okulun İmam Efendi camiasına ait olduğunu bilen Tarık kafasını masada duran soru bankasına doğru eğdi ve elini havaya kaldırdı. Ahmet Hoca biraz bozulmuş bir şekilde Tarık'ı dikkate almamış gibi yaparak:

"Çarşamba akşamı buluşuyoruz o zaman." dedi.

Sınıftakilerin gözleri şaşkın bir şekilde bir Tarık'a bir Ahmet hoca'ya baktı.
Ders başladı.

Selin yoktu...

...

BİR YÜREĞİN DİRİLİŞ ÖYKÜSÜ RAFLARDA!!  (RAFLARDA)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin