Yüreğine su serpti üçüncü sesin sahibi.
Dışarı çıktı.
Kendisini soğuk bir havayla birlikte parlak, masmavi, tertemiz bir gökyüzü karşıladı. Soğuk önemli değildi O'nun için. Güneş olsun yeterdi.Gece gördüğü rüyayı hatırladı. Oradaki selvi ağaçlarını, dereyi, beyaz ve kırmızı laleleri düşündü.
"Şuan ölmen karşılığında sana orayı veriyoruz." deseler, önüne bir kâğıt koysalar, tereddütsüz imzalayacağını biliyordu. Gülümsedi.
Dolmuşa bindi.
Dershanenin önünde indi.Saat 8.03 ü gösteriyordu. Bir saat vardı dersin başlamasına. Cadde pazar gününün varlığını hissettirecek kadar boştu. Etrafta tek tük, ellerinde ya da sırtlarında çantalar olan, muhtemelen dershaneye gittikleri uykulu hallerinden belli olan öğrencilerden başka kimse yoktu.
Tarık çay ocağının kapısını açtı. İçeride birkaç öğrenci ve bir iki akşamdan kalma adam vardı. Yorgun pazar sabahının çizgileri hepsinin yüzüne sinmişti.
Sırtına dönük olan kapının açılmasıyla içeri bir parfüm havasının dolması bir oldu. Bir seferliğine küt etti kalbi. Arkasına döndü. Yeşilimsi mini kadife eteğinin üzerine boğazlı, basenlerinin altına kadar inen uzun beyaz örme kazağıyla Esra'yı gördü.
Pembe dudağı muhtemelen aynı renkteki rujdan dolayı daha pembemsi ve parlak görünüyordu.
Saçları düz ve fönlüydü.
İpek gibiydi adeta.
Başının yan tarafındaki, şakaklarındaki saç kitlesini kulağının arkasına atmıştı.
Örme beyaz kazağı boğazının altına, göğsüne doğru indikçe öne ve iki yana doğru bir dolgun çıkıntı yapmıştı.Bu kıza sımsıkı sarılmak istedi Tarık o an.
İçinde iki simidin sarılı olduğu torbayı keyifle Tarık'a uzattı.
"Paşam, hani çaylarımız, söylememişsin bile?" dedi yapmacık, üzgün bir tavırla.
"Aklımı başımdan aldınız prenses!, unuttuk ne yapacağımızı!" dedi Tarık gözlerini kısarak ve hafiften arzulu gülümseyerek.
"Beğendin mi beni?" dedi Esra.
Elinde poşetiyle kendi etrafında bir manken edasıyla dönüp...
"Seni beğenmemek mümkün mü?"
"Yaaa" dedi Esra biraz şaşırmış biraz da mutlu olmuş bir ifadeyle.
Ayakta kaldıklarını, çaycının kendilerine gülümseyerek baktığını fark edince anladılar. Cam tarafındaki sobanın yanındaki masaya oturdular. Esra ellerini sobaya doğru uzattı ve birbirine sürttü.
"Üşüdüm ben." dedi çocukça muzip bir ifadeyle.
Esra'nın ellerine baktı Tarık. Selin'in ellerine benziyordu. Ama Selin'inkilerin daha küçük, mini olduğuna karar verdi.
"Isıtma şerefini bana bahşedebilir misiniz prenses?" diyerek ellerini açık bir şekilde masanın üzerine koydu Tarık.
Esra kısa bir tereddütten sonra yine takındığı yaramaz çocuk edasıyla:
"Ama ben ısındım kii!"
Selin bu kızdan bir yaş küçük ama ruh yaşları çok farklı diye içinden geçirdi Tarık. Selin yirmi yaşındaydı ve yaşının olgunluğunu taşıyordu. Esra bir yaş daha büyüktü. Fakat uzaklara dalmadığı sürece dokuz on yaşındaki yaramaz bir kız çocuğunun saflığını ve çılgınlığını taşıyordu.
"Hangisi insanı daha mutlu eder?" diye geçirdi içinden.
"Daha doğrusu hangisi yaşama zevki katar insana?" şeklinde düzeltti sorusunu.
...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BİR YÜREĞİN DİRİLİŞ ÖYKÜSÜ RAFLARDA!! (RAFLARDA)
RomanceHayatının anlamını yüklediği kişi tarafından aldatılan bir kız... 18 yıllık hayatında aşağılık komplekslerinin altında ezilmiş, umursanmamış, özgüvensiz, kendini ve 'Ben'liğini arayan bir genç... Her ikisinin de karşısına dikilen bir örgüt mensubu d...