Patlayacağını bekliyordum. O bu kadar uysal biri değildi. İçinde tuttuğu ne varsa, bir gün ortaya saçılacaktı. O an yanında olup, ağlayacak omzunun ben olmasını istemişti. Kaldırımın ortasında dikilmiş, eliyle ağzını kapatmıştı. Yüzünde görülen küçük kısım göz yaşlarıyla parlıyordu. Omzumun yanında bağladığı saçlarının çocukluk günlerinden hiç bir farkı yoktu. Defalarca oynadığımız bu parkta, pek çok kez ağlamıştı ama bu sefer farklıydı.
Etrafını saran ezilmiş ve umutsuz havasından ben sorumluydum. "Söyle!" diye seslenirken adımlarım ona doğru çözülmüştü. "Bir köşede kendi kendine ağlama! Bana bağır haydi!"
Ayaklarının dibine geldiğimde, bana karşı çıkmak yerine omuzlarını nazikçe eğdi. Bileğinden tutup, elini yüzünden çektim. Zayıf ve sessiz hali beni deli ediyordu. Hem iyi, hem kötü anlamda gerçekten delirecektim. "Benim yüzümden ağlamıyor musun?" dedim. "Hesap sorsana!"
Bir an arkamdaki boşluğa çekingen bir bakış atıp başını oynattı. "Senin umrunda değil!" diye patladı. "Birde soruyorsun bunu. Bırak o çocuları... Onu ne çabuk unuttun!"
Göğsüme, beynime ve bir yerime daha ağır darbeler aldım. Hiç aklımdan çıkmış mıydı? İnsanlar bağırtımıza garip garip bakarken, onu parkın yeşil alanına çektim. Çırpınıp sırtıma vurduğu ince darbeleri, omzumu önüme nereden çıktığını bilmediğim ağaca saplarken, kolunu bıraktım.
Bit kadar boyuyla beni her an ısıracakmış gibi bakıyordu. Beni hiç ısırmamıştı ama yapmaz diyemezdim. Kaçarsa yakalayabileceğim bir mesafede dururken, "Anlat hadi!" diye böğürdüm. Her şeyin hesabını benden sormalıydı. Başka piçlerin kollarında ağlamasına izin veremezdim.
"Ne anlatayım?" diye cırladı. Başını yere eğip, fıldır fıldır dönen gözleriyle bir şeyler ararken eğer bulursa kafamda kırılacağını seziyordum. Çim zeminde ottan başka bir şey yokken rahat bir nefes verdim. Ama birden benim göremediğim bir şey görmüş gibi fırladında, ayağı su borusuna takıldı.
Onu tuttuğunda, kendini yere atmaya kararlı olarak kolumu itti. Yere oturduğunda bile çırpı gibi kollarıyla beni uzaklaştırmaya devam ediyordu. Onu sinir edeceğimi bildiğim şeyi söyledim. "Kaçmaya çalışıp durma boşuna!" Cevabımı, parmaklarını karnıma iğne gibi sokarak verirken, kendimi kastım. "Sen böyle ezik bir kız mısın?"
Başını kaldırıp, buz tutan gözlerini açtı. Yutkundum.
Değildi, kesinlikle zayıf biri değildi.
"Bırak beni hayvanat!"
Ellerim kendiliğinden çözüldü. "Hayvan ne..."
"Evet!" diye bağırdı. "Hayvan yaratık!"
Ondan hiç böyle laflar duymamıştım. Pişmanlıktan eser olmayan yüzü sinirle buruşmuş, ardında dahasını tutuyordu. "Şerefsizzzmahlukat!!!"
Ne dediğini anlamasam da, nefesim acıyla bölündü. Geri kayarken, çimlere asıldım. Üzerime eğilip "Pislik herif!" diye haykırdı yetinmeyerek. Onu kışkırtmanın bedelini ödüyordum.
Hıçkırıp gözyaşlarını tutarken, sesi azaldı. "Sen bende ömrüm boyunca taşıyacağım bir iz bıraktın. Bu yüzden hep böyle acı çekmek zorundayım senin yüzünden!"
Hüzünle dalgalanan yüzünü benden kaçırırken, titreye titreye dizleri üzerinde doğrulup üstünü başını silkti. Yerden kalkamaz haldeyken, hıncını çıkarır gibi çimleri eze yanımdan geçti. Tekrar aynı su hortumunun üzerine gözünü kırpmadan ilerliyordu. Göl gibi olmuş kaygan çamur birikintisini de görmemişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İKİ ATEŞ ARASINDA (Tamamlandı)
RomanceBİZ ASLA TEK OLAMAYIZ. Lidya'nın yalnız geçirdiği çocukluğu belleğinde derin izler bırakır. Ondan daha popüler, yetenekli ve zeki üvey kardeşinin gölgesinde kalmıştır. İlgisiz annesi, onu terk etmiş babası, KT rezidansının sert ve soğuk duvarları dı...