Multimedya - BAĞNU
Playlist - Fleurie / Hurts Like Hell
...
Sadece Çağan'ın bildiği sokaklarda yürürken, onun yüzüne bakmadan konuşmak daha kolay gelmişti. Arada bir sıktığı elim, anlatmaya ve nefes almaya devam etmemi destekliyordu. Yüzünün aldığı şekli, gözlerinin içinde çakan masmavi şimşekleri görüyordum. Annemin beni evde zorla çıkarıp, vurmaya kalktığı kısımda aldığı soluk hala içimdeydi. Genede ses çıkarmadan boynu eğik beni dinlemeye devam etti. Büyük adımlarının yavaşlığına uyum sağlıyor. Elim bana güç verircesine avucunun içinde saklanıyordu.
Kendimi iyiden iyiye dağılmış hissediyordum. Ona annemle babamın kavgasını ve birbirlerine birer düşman gibi attıkları bakışları anlatamadım. Verdiği paranın hesabını da soramamıştım. Zaten içimden ona bağırmak gelmiyordu, elimde bir tek Çağan kalmıştı. Hem ne diyecektim ki? Çalışıp geri ödeyeceğimi ya da kucağına atlayarak ödeyeceğimi?
Yaptığım hatalar beni bunaltıyor. Hatırlamamak için bir beyin travması yaşamak istememe sebep oluyordu. Çağan o zamanlar bile anlayışlı ve olgun durmuştu. Birlikte insan içine çıktığımızda, o insanüstü havasını tekrar sezmiştim. Ulaşamayacağım kadar uzak görünüyordu ama hiç ayrılamayacak kadar yapıştığını biliyordum.
Nereye gittiğimizi bilmeyip sadece peşinden yürüdüğümde cafe tarzı bir yer girmiştik. Malum levhayı arayıp, elimi elinden kopardığımda şaşırmıştı. "Tuvalete gideceğim." diye açıkladım.
Anlar gibi kafa salladı ama attığım bir adımın sonunda gene peşimdeydi.
"Sen bir yere otursana!"
"Bekleyeceğim."
İkna edici olmaya çalıştım. "Çağan git."
Tuvalete girerken, onu masalara doğru yürür gibi yaptığını görmüştüm. Benden daha çok sarsıldığını anlıyordum. Belli etmeyerek güçlü taraf olmaya çalışıyordu.
Yalnız kaldığım ilk vakit, perişan halime baktım. İlk işim yüzümde oluşmuş gözyaşı izlerini silmek olmuştu. Makyaj çantamı çıkarıp, taramaya bile fırsat bulamadığım saçlarımı hızlıca topladım. Alelacele giydiğim kot pantolonum idare eder sayılırdı. Üstümdeki hırkadan içimdeki tişört belli olmuyordu bile.
Makyaj yapmaya başladığımda saçmalama diyerek kendimi durdurdum. Daha fazla gaza gelmeden dışarı çıktığımda Çağan bıraktığım yerde duruyordu. Ona doğru yürürken garip garip bakıp yüzünü eğdi. Fazla uzun bakmaması kalp sağlığım için daha iyiydi. Arka masalara ilerlerken, yanından geçmem için yol verdiğinde arkamdan "Saçın yakışmış," diye az duyulan bir sesle konuşmaya çalıştı. At kuyruğum sallanıp omzuma çarpıp duruyordu.
Çağan, masada karşıma oturmak yerine, yanıma koyduğum çantamı alıp masanın üzerine koydu ve onun yerine geçti. Hevesliydi. "Ne yersin?"
"Su." dedim basitçe. Yiyecek halim yoktu.
Onaylamaz halde "Su yenilebilir bir şey değil." dedi.
Onunda aç olabileceğini düşündüm. "Tamam, sen ne yersen ondan olsun."
Masanın üzerine attığı çantama uzanırken, garsona fısır fısır birşeyler söyledi. Dikkatimi telefona vererek iç geçirdim. Babamı aramak için fazla mı erkendi? Eğer sesini duyarsam, koşa koşa eve gidecek gibiydim. Çağan telefonda boş boş gezen elimin üzerine kapanıp "Üzülme." dedi. Bu sırada telefon elimden uçup, masanın üzerine yüz üstü kapatılmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İKİ ATEŞ ARASINDA (Tamamlandı)
RomansaBİZ ASLA TEK OLAMAYIZ. Lidya'nın yalnız geçirdiği çocukluğu belleğinde derin izler bırakır. Ondan daha popüler, yetenekli ve zeki üvey kardeşinin gölgesinde kalmıştır. İlgisiz annesi, onu terk etmiş babası, KT rezidansının sert ve soğuk duvarları dı...