tenime çarpan soğuk hava ve saçlarıma düşen kar taneleri.. kusursuz bir kış gününü andırıyordu. o zaman gözlerimden akan yaşlar da neyin nesiydi. hava soğuktu, soğuktu değil mi. öyleyse neden hissedemiyordum... sonsuzlukta kaybolmuş gibiydim. birden onu gördüm. adını bağırdığımda kısa bir anlığına arkasını döndü. "gitme.." dedim fısıldayarak. "sende gitme." dudakları soğukça yukarı kıvrıldı. ve usulca "sen gittin" dedi var olan tüm nefretiyle. sonra yok oldu. gitmişti. o da. koştum.. zaten boşlukta bu değil miydi. yürüyüp hiçbir yere varamadığınız.. ayaklarım bedenimi taşımayı reddettiğinde dizlerim soğuk karla buluştu. üzerimdeki mavi elbise beni koruyamayacak kadar inceydi. hoş, korusa da fark etmezdi.. içim yanarken fiziksel anlamda ddüşmem o kadar da koymuyordu.. kendimi karın üstüne bırktım. pes ediyordum.. o da etmemiş miydi zaten, bu saatten sonra ben yaşamayı bıraksam ne yazardı..
"niye gittin.."
*
JACOBDAN
"uyanıcak o. biliyorum, benim kankim güçlü. bırakmaz bizi. hem sizi böyle görse hepinize küserdi" hepimiz yüzümüzde acı gülümsemeyle Mark a baktık. sustum. sustuk. hepimiz buna inanmak istiyorduk. o sırada doktor yanımıza yaklaşmaya başladık. yorgun aadımlarla ayağa kalktım ve yanına gittim. "lafı uzatmayın artık. söyleyin ne oldu" diyen anneme baktım. o da en az benim kadar kötü görünüyordu. Durunun annesini söylemiyorum bile..
"bakın, bunu size açıklamak çok zor.. nasıl söyleyeceğimi bilemiyorum ama.. Duru-"
doktorun sözünü kesen şey Durunun ameliyathanesinden gelen çığlık oldu. hemşire kadın heyecanla konuştu
"parmağını oynattı"