Titreye titreye otel odasına vardığımızda hemen dolabımdan kalın birşeyler çıkardım. Jacob elini ensesine atıp "ben lavaboda giyinirim. Giyindiğinde haber ver" dedi. Başımı sallayıp gitmesini bekledim. Banyonun kapısı kapandıktan sonra hızla üzerimdeki ıslak kıyafetlerden kurtulup kırmızı Boğazlı kazak ve siyah tayt giydim. Kesinlikle tayt en kullanışlı şeydi. Lav yu tayt. Islak kıyafetleri giriş kapısının arkasındaki çamaşır makinesine attım. Daha sonra da valizimden Mickey Mouse'lu panduflarımı çıkardım. Bana boş zamanlarımda Mickey izlemiyorum demeyin Mickey çizgi film değildir. Tamam belki biraz öyle. Her neyse. "Jacob gelebilirsin!" diye seslendim ıslanan saçımı tarayıp havluya sararken. Jacob üzerindeki gri eşofmanla dışarı çıktı. Beni umursamadan yatağa uzandığında bende onun yaptığını yapıp kendi yatağıma yattım ve battaniyemi üstüme çektim.
Biri parmaklarıyla saçlarımı tarayıp adımı söylemeye devam etti. Böyle insan mı uyandırılır insanın bi daha uyuyası geliyo aq. "Duru, yemeğe gitmeliyiz" esneyerek gözlerimi araladığımda karşımda Jacob'ı gördüm. Elini saçlarımdan çekip boğazını temizledi. "Sen elini yüzünü yıka. Ben seni dışarıda bekliyorum." Başımı sallayıp banyoya gittim ve elimi yüzümü yıkadım. İkimiz de yorgun olduğumuzdan uyumuştuk. Telefonumu yanıma alıp beni kapının önünde bekleyen Jacobın yanına gittim. "Hadi gidelim" kampın yemekhanesine girdiğimizde gözlerim Ross Koray ve Adrian'ı aradı. Ross'un sarı saçları onu bulmama yardımcı olmuştu. Bence Jacob da bizle yiyebilirdi. Adrianların masasında doğru ilerlerken birden koşturarak Luna yanımıza geldi. "Ah Jacob, tanrım sonunda! Hadi gel bizim masaya" deyip onu çekiştirmeye başladığında Jacob tepkimi merak edermişçesine bana bakıyordu. Adrianın bana doğru geldiğini görünce Jacob ve Luna'yı arkamda bırakıp Adrian'a sarıldım. Adrian bunu beklemiyor olacak ki kısa bir süre hiçbir şey yapmadı. Ama daha sonra o da kollarını belime doladı. Bizim masdakiler bize şaşkın şaşkın baksada aldırmadım ve masaya geçip oturmadım tabii ki masaya oturulmaz sandalyeye oturulur dkkakdkakdka biliyorum kahkaha atıp güldünüz. Yemek boyunca Jacob ve Lunaya kaçamak bakışlar attım. Kıskanıyor muydum bilmiyorum ama çıldıracak gibi olduğum kesindi. Yemeğimi bitirdikten sonra diğerleri de kalktı. Kamp ateşinin etrafında bir şeyler yapılacaktı. Yarım saat sonra hava kararmaya başladığında herkes ordaydı. Ateşin etrafında daire oluşturduk. Ben Adrian'la Koray'ın arasında oturuyordum. Adını bilmediğim ama yüzü tanıdık olan kız "saklanbaç oynayalım!" dediğinde Luna göz devirdi "of çok klişe" bende Luna'nın yapmacıklığına göz devirdim ve yüzü düşmüş olan fikri sunan kıza dönüp "bence güzel olur" dedim. Kız gülümseyerek "tamam o zaman?" dedi diğerlerinden onay istercesine. Kimse birşey demeyince fikir onaylanmış oldu. Orman büyük olduğundan 2 ebe vardı. 200'e kadar saymaya başladıklarında Ross ve ben koşarak ormana daldık. Karanlık olduğundan birşey göremiyorduk. Bu yüzden adımlarımızı biraz daha yavaşlattık ve önümüze bakarak dikkatlice yürümeye başladık. Ross, "ben saklanacak bir yer buldum!" dedi ve ormanda kayboldu. "Harika! Yalnız kaldım!" Homurdanarak yürümeye devam ederken biraz korktuğumu kabul etmeliydim. Aferin Duru kal burda!
yazardan;
Jacob hızlı adımlarla yürürken Luna da söylenerek onun peşinden gidiyordu. Çocuk geniş gövdeli bir ağaç bulduğunda yüzüne zafer kazanmışcasına bir gülümseme yayıldı. Adımlarına dikkat ederek ağacın arkasına geçtiğinde önünde Luna'yı görmeyi beklemiyordu. Jacob işaret parmağını dudaklarına bastırıp "şşşşh" diye fısıldadı ve Luna'nın kolundan tutup yakalanmamak için çalılıkların arkasına geçti. Duru sessizce homurdanmaya devam ederken geri dönmeyi düşündü. Ama arkasına dönüp baktığında gördüğü tek şey karanlıktan ibaretti. Cebindeki telefonunun ekranını açtı ve etrafda gezdirdi. Flaşı açarsa fazla ışık yaydığından yakalanma olasılığı yükselirdi. Bu yüzden ekran parlaklığını arttırmakla yetindi. Gözüne çarpan gölge onu korkuttuğunda bir kaç adım geri gitti. Ama daha sonra o gölgenin insan gölgesi olduğunu anladığında o tarafa doğru adımlamaya başladı. Ta ki onları görene kadar.. Luna kollarını Jacob'ın boynuna sarmışken Jacob onla ilgileniyor gibi gözükmüyordu. Ama yinede kızın gururu kırılmıştı. Kalbinin sıkıştığını hissetti. Elini ağzına bastırıp hıçkırıkların kaçmasını engellemeye çalıştı. Ama başarılı olamadı. Bir hıçkırık dudaklarının arasından firar ettiğinde arkasını dönüp koşmaya başladı. Hiç bir şeyi umursayacak durumda değildi. Tek umudu tanıdık birileriyle karşılaşmaktı. Öyle de oldu. Iskelede oturmuş olan Adrian'ı gördüğünde ona doğru koştu ve kollarını boynuna sardı. "Duru.. Şşşhhh sakin ol, Geçti bebeğim" Duru hıçkırıklarını ve göz yaşlarını serbest bıraktı. Yaklaşık 5 dakika Duru ağladı, Adrian sustu. Daha sonra iskeleye oturdular. Duru bakışlarını gök yüzüne sabitlemişti. Gözlerini bile kırpmıyordu. Refleksleri yavaşlamış gibiydi. Adrian rahatsız edici sessizliği bozarak "Onu seviyorsun, değil mi?" dedi. Bu aralar en sık duyduğu soru bu olmuştu kızın. Daha o bile duygularından emin olamazken nasıl diğerleri anlayabiliyordu. Sustu. Susmak kaçmak için en zor yoldu aslında. İçinde çığlık atan asıl kendini sessizliğe boğmak zorunda kalırsın çünkü. Duru zor olanı seçti ve dudaklarını birbirine kenetledi.
Başka bölüm atabilir miyim bilmiyorum bu gece. Ama yazarsam atarım. Lütfen yorum atmayı unutmayığğnn💙
