Hissettiğim şey neydi? Veya tam bir karşılığı var mıydı? Şuan ne hissediyordum bilmiyorum ama canım yanıyordu ve gözlerimi dolduran yaşları tutmam her geçen saniye biraz daha zorlaşıyordu. Nefret değildi bu. Nefret kadar güçlü, intikam ateşiyle yanıp tutuşmuyordu hislerim. Aksine daha masumlardı. Kırgınlık vardı bir tutam. Kalbimi titretecek kadar derinlerimde hissediyordum bunu. Mürekkebi kurumuş bir yazar gibi çaresiz, annesini gözlerinin önünde ölüm meleğine teslim etmiş bir çocuk gibi mahvolmuş hissediyordum.
Henüz beni görmemişlerdi. Jacob sertçe kendini geri çekti ve şaşkınlık ve kızgınlık barındıran bir ifadeyle kıza baktı. Jacob oturdukları yerden ayağa kalkarken bunu Millie'nin yaptığını anlamam zor olmamıştı elbette. Ama Jacob'ın suçsuz olduğunu bilsem bile böyle bir görüntüyle karşılaşmak içimi parçalamıştı. Millie ayağa kalktığı sırada Jacob hızla yürümeye başladı, ve tam o anda gözleri benimkilerle buluştu. Transa geçmiş gibi sadece öylece durup onlara bakarken dudağım ısırmaktan parçalanmak üzereydi. Hadi kızım, şimdi ağlayamazsın. Jacob bir küfür mırıldandı ve "Duru" deyip yanıma koştu. Koluma dokunduğu anda hızla kendimi geri çektim ve "Dokunma!" diye fısıldadım. Aslında bağırmak istemiştim ama sesim çıkmamıştı. Jacob hayretle bana bakıyordu. Muhtemelen o da bağırıp çağırmamı bekliyordu. Ama ben sadece kırılmıştım. İliklerime kadar yorgunluk hissediyordum.
Histerik bir şekilde güldüm. "B-ben, mesajları atanın o olduğunu söyleyecektim, aramız düzelecekti ama s-siz," kahkaha attığımda Jacob bana özür dileyen gözlerle baktı. "Ama siz burada.. Söylesene bu kadar kolay mıydı? Ben kendimi yerken sen başka kızlarla" tekrar güldüm. Evet deliriyordum. "Ama ne var biliyor musun? Seni görmek bile istemiyorum. Sakın.. sakın karşıma çıkma." Koşarak otele doğru giderken direnen göz yaşlarıma akmaları için izin verdim. Ondan uzaklaşacaktım. Gerekirse Türkiye'ye bile dönerdim. Ama onu görmek istemiyordum. Titreyen ellerimle otel odasının kapısını açtığımda masanın üstünde unuttuğum, çalan telefonum gözüme çarptı. Jacob'ın aradığını görünce telefonu duvara doğru fırlattım. Telefon parçalara ayrılıp yere düşerken sinirden birşeyleri yıkıp dökmek istiyordum. Normal bir zamanda asla telefonuma kıyamazdım. Sonuçta o bir Iphone 7'ydi boru değildi ya! Kapının tıklanma sesini duydum. Ama ne açacak gücüm vardı ne de cevap verecek... Zar zor yatağa uzandım ve akan yaşları durduramadığım gözlerimi kapattım. Yine uykuya sığınacaktım. Bilinçaltımın gözlerimin önüne serdiği rüya aleminde dolaşmak daha cazip geliyordu o an.
*
1 AY SONRA:
"Adrian, buna hiç gerek yok." dedim onu ikna etmeye çalışarak.
"Duru, seni havaalanından almaya geleceğimi biliyorsun. Direnmeyi bırak." Tebessüm ettim ve "pekala" dedim. "Yarın görüşürüz." "Görüşeceğiz."
Telefonu uçak moduna alıp cebime attıktan sonra son bir kez valizimi gözden geçirdim. Annemle vedalaşırken gözlerinin dolduğunu görmemle hemen kısa keserek aşağı indim ve taksinin gelmesini beklemeye başladım. Herşey yolunda gidiyordu. Duygularımı dindirmeyi deniyordum ve bunda en büyük rolü Adrian oynuyordu. Bencilce gelebilirdi ama Adrian da biliyordu ki Jacob'dan uzaklaşmak için kafamı meşgul etmem gerekiyordu. Gelen taksiye bindim ve uzaklaşan evimize baktım. 1 ay sonra onu görecektim. Temennim görmemek yönündeydi tabii ama muhtemelen karşılaşacaktık.
Bana değer vermiyor gibiydi. Ya da sadece bir kuruntuydu bu bilmiyorum... Ama eğer Jacob beni yanlış anlamış olsaydı ben onun peşinden giderdim. Beni hiç aramamıştı, mesaj atmamıştı o günden sonra. Bu kadar basit bitmemeliydi. Galiba en çok koyan da buydu, ben aramızdaki bağın çok güçlü olduğuna inanırken aslında pamuk ipliğine bağlı olması... Bunu sindirmem zaman alacaktı ama başaracaktım. Tek taraflı yürütmeye çalışmaktan yorulduğumu hissediyordum ve boşa giden çabalarımı da göz önünde bulundurursak ben elimden geleni yapmıştım. Bu yönden bakınca her şey mantıklıydı tabii. Ama ne yazık ki mantıklı tarafımı bastıran bir kalbim vardı ve yine parçalanmaktan korkuyordum. Hayatımın merkezinde olan biri birden yok olunca boşluğa düşmüştüm ve bu boşluktan nasıl çıkacağımı bilmiyordum. Kokusunu soluyarak, nefesini dinleyerek uykuya daldığım çocuğun yerini kolay kolay kimse dolduramayacaktı bu da en ağır gerçeklerden biriydi. Onu bilmem ama ben kendimi tanıyordum ve ben birine alıştım mı tam alışırdım. En nefret ettiğim huyumdu bu. Ama geleceğimde o olmayacaksa da hep bir şeyler bana onu hatırlatacaktı. Hep istemeden onu arayacaktım. O ünlüydü. Ünleniyordu, ünlenecekti. İlerde sevgilileriyle -bu kelimenin ne kadar canımı yaktığını söylememe gerek var mı?- magazinlerde dolaşırken illa ki görecektim ve o belki de beni çoktan unutmuş olacaktı.
Havaalanına girdiğimde gözlerimin dolduğunu hissettiğim anda dindirmeye çalıştım. Onun yüzünden ağlamayacaktım ben. O benim yokluğumun bile farkında değilken olmazdı.
*
flashback/1 ay önce
Jacob'dan:
"Şu siktiğimin uçağı kaçta kalkacaktı?!"
Ross omzuma dokundu. "Sakinleş Jacob yetişeceğiz."
Derin bir nefes aldım ve hızlı giden arabanın hava alanına varmasını beklemeye başladım. Bazen onu haketmediğimi düşünüyordum ama şu an bunları düşünecek zamanım yoktu. Hüzünle gülümsedim. Kim bilir şimdi neler kuruyordu kafasında. Düşünmesindi. Ben onun yerine de düşünürdüm.
Havaalanına vardığımızda uçağın kalkmasına 8 dakika kaldığını görmemle iyice panikleyerek koşmaya başladım. Güvenlik üstümü ararken gözüm saate takıldı. 7 dakikam vardı. Koşmaya devam ederek kocaman hava alanında onu arıyordum. Adrian.. Ordaydı orospu çocuğu. Onu başka zaman öldüresiye dövecektim ama şimdi o piçten daha önemli şeyler vardı. Duru'm gibi.
"Adrian!"
bağırmamla arkasını döndü ve bakışları memnuniyetsizce üzerimde dolandı. Kaşları çatılmıştı.
"Duru nerde?!" diye bağırdım nefes nefese.
"Hala onu sorabilecek kadar yüzsüz müsün lan?! Kız senin yüzünden ne halde."
"Evet benim yüzümden bu halde. O yüzden sadece ben iyileştirebilirim. Boşuna heveslenme, sana fırsat vermem. Ondaki yerimi dolduramazsın. Kimse yapamaz. Söyle şimdi nerde?!"
Güldü ve eliyle görevlinin kapatmaya yeltendiği kapıyı işaret etti. Kadın kapıyı kapatırken koşsam da gidemeyeceğimi biliyordum. Alamazlardı, biletim yoktu...
Bacaklarımın beni taşımayı reddettiğini hissettim. Dizlerimin üstüne doğru düşerken gözlerim dolmuştu. Yetişememiştim. Yapamamıştım. Kaybediyordum ve bunun tek sorumlusu bendim.
"Jacob tamam sakin olmalı-" diyen Mark'ın sözünü kestim.
"Bir sonraki Türkiye uçağının saatlerine bak"
"Gitsen de seni istemeyecek. Biraz kafa dinlemesine izin ver. Eninde sonunda gelecek."
"Anlamıyorsunuz!"
Yüzümü avuçlarımın arasına aldım çok kötü hissediyordum lan. İlk ayrılışımız değildi ama bu denli kötü olmamıştık hiç. Umudumuz vardı ikimizin de. Şimdi gitmişti. Benden gidemezken gerçi, ülkeden gitse kaç yazardı?
"Hep kaybedeceksin. Onu hiç haketmemiştin zaten. O da bunu anladı artık."
Ayağa kalktığım anda onun bile beklemediği bir kızla elmacık kemiğine geçirdiğim yumrukla başı yana doğru düştüğünde hiç zaman tanımadan çenesinden yüzüme bakmasını sağladım ve "bir daha söylesene lan!" diye bağırdım. Sinirden titriyordum.
"onun yanında olamayacaksın" dedi tükürürcesine.
Burnunun yan tarafına vurmamla eş zamanlı olarak karnına tekme attığımda acıyla yere düşerken Ross beni kolumdan çekiştirmeye çalışıyordum. O piçe ölümden ölüm beğendirtecektim.
selam. im back bitches bölümü olmadı çok daha çok geçiş bölümü havasında olsun bu. Sonraki bölümlerde daha olay ağırlıklı ilerleteceğim. Her kitabımın mutlu sonla bitmesini istemiyorum bu yüzden idk ama spoi olmasın tabii yine pdeğrp4ğür4ğpür
Bu aradaa yeni js. kitabım taslakta bilin istedim ;) Yeni kitapta olmasını istediğiniz karakterleri yazarsanız ekleyeceğim.
mucks <3