"Jimin, iyi misin?"
Buna cevap vermek benim için zordu. Bulunduğum durum saçma ve can yakıcıydı. Attığım konuma Yoongi geleli yirmi dakika kadar olmuştu. Ağrıyan başımı umursamadan gülümsedim ama arkadan kahkaha sesleri duydukça tüylerim diken diken oluyordu. Yüksek sesli konuşmaları dinlememek için Yoongi'ye odaklanmaya çalışıyordum.
Gülümsememe rağmen kafamı iki yana olumsuz anlamda salladım. Anında karşımdaki yerinden kalkıp yanıma gelecekken kolundan tuttum ve yerine yeniden oturmasını sağladım.
Anlamaz gözlerle bana bakıyordu. Ben ise küçüklükten kalma kuru boya kalemlerimle zihnimdeki mutlu aile tablosunun üstünü karaladıktan sonra yine o kalemlerle zihnimin bir tarafına lazım olursa diye sakladığım bir kağıt parçasını alıp eğri büğrü bir gülen surat çizdim. Üzgün ve göz yaşı döken suratıma yapıştırmak için kağıdı saklamaya gerek duymuyordum şu an.
Yapıştırdım yapıştırmasına ama hem gülen bir yandan da ağlayan suratım karşımdaki çocuğu afallatmıştı. Kağıdımın üzerindeki boyalar dağılıyordu yavaş yavaş gözyaşımdan. Gerçi o kağıdı yapıştırmasam da görürdü ağlayan halimi.
Neden kuru boya kalemi diye sorarsanız, Tanrı biliyor ya, annem sulu boya ve pastel boyaya çok kızardı. Oysa ben her bulduğum köşeye bizim mutlu aile tablomuzu çiziyordum. Duvarlara, çalışma masama, parkelere, beynime, kalbime...
Hepsinin tek tek yok oluşunu görüyordum. Yoongi'nin şoktan kurtulmuş endişeli gözleri onun kolundaki elimi tuttu ve nazikçe oradan çekti. Çizikleri henüz iyileşmeye başlamış beyaz teninden kopan parmaklarımın arasına yine onun eli yerleşene kadar en az benim kadar onun da yıkıntı halini görmemiştim.
Yine iki yıkıntıydık. Beni bilmem ama, o yıkılmışken bile güzeldi.
"Yoongi, ne kadar yüksek kahkaha atabilirsin?" Kaşlarını çatmış ve gözlerimin içine anlamlandırmak için bakıyordu yine.
"Ne?"
"Ne kadar yüksek çıkar sesin?" Durdu bir süre sonra elinde olan elimi daha sıkı kavradı. Soluk teni biraz daha solmuştu ve dudakları biraz morarmıştı sanki. Şimdi fark ettiğim bir şey ise bu serin havada sadece kısa kollu tişörtünün üstünde olduğuydu.
"Güzelim, anlat bana ne olduğunu. İnan beni korkutuyorsun Jimin. Gülümsemen sahte ve yapma ağlarken bunu, ya da benim yanımdayken."
Sözleri içimi titretirken ellerimize indirdiğim gözlerimi Yoongi'nin arkasında kalan hala gülüşmekte olan aileme çevirdim. Yan cümlecik gibiydi bu aile. Ana cümle ben, annem ve babamken, bu yan cümlecik aile Hoseok, cici annem ve babamdı. Babam ortak özneydi ve canımı yakanlardan biri buydu. Ben babamı paylaşmayı sevmezdim. Basit bir dil bilgisi kuralının bu kadar can yaktığı nerede görülmüştü?
Hoseok ile göz göze gelmemle panikle gözümü Yoongi'ye kaydırdım. Gözyaşlarımı silerken Yoongi de benimle aynı yere bakıp her şeyi anlamıştı. Gülüşme sesleri birden kesilirken Hoesok'un burada olduğumu söylediğini anlamıştım ama dönüp bakmak istemiyordum. Birden kalın sesiyle güçlü bir kahkaha duydum yakınlarımdan. İrkilerek Yoongi'ye bakarken elimi sıkmıştı. Ben ise onun kahkahalarına dakikasında eşlik etmeye başlamıştım. Ona minnettardım. Ne kadar gülüyormuş gibi dursam da gözlerimden yaş akıyordu.
Durup bir nefes aldım ve akan yaşları bir kez daha sildim. Bana bakarak kıkırdayan Yoongi hep görmek istediğim tabloydu. Hafifçe öne doğru eğilip önce kısılan gözüne sonra da gülümseyen dudaklarının üstüne değdi titreyen dudaklarım. Gülümsemedi daha da büyüyüp bana şirin diş etlerini gösterince bu manzaranın güzelliğine yeniden ağlamaya başlayacaktım. Ona baktım ve boşta olan elimle üçten geri doğru saydım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
with spare part | yoonmin
Fanfiction"Sen! Yedek Parçalı!" xx for all my adult children