Üstümdeki kasıntı siyah kazağı çekiştirerek parke taşlı olan yolda Jaehyun'u takip etmeye devam ediyordum. Her şey benim için ani olmuştu. Çok karışıktım ve çözmek için sadece eve dönmeyi bekliyordum.
Ben cidden yorulduğumu hissediyordum. Ve yaşamın ne kadar kısa olduğunu. Düşünmek istemesem de eğer Yoongi kurtulamasaydı şu an onun için burada olmak benim tüylerimi diken diken ederdi. Bu düşünce bana bir anlık o kadar acı vermişti ki avucuma batırdığım tırnaklarımın acısını bir süre sonra fark etmiştim.
Hari için ne hissedeceğimi asla bilmiyordum çünkü hiçbir zaman hayatımda tamamen yer dinmemişti ve birden bulunduğumuz yer olayları kavramama izin dahi vermiyordu. Çok garipti birinin yitip gitmesi, bunun yerinde kendimi koyarsam da bilinmezdi. Belki de bu yüzden ölümünü kavramak istemiyordum. Ona düşmanlığım yoktu, ama çok da sempati beslemediğim bir gerçekti. Yine de son görevimi yapmak istemiştim.
Jaehyun neredeyse hiç konuşmamış ve Hari'nin mezarına çiçeği bırakıp yürümeye koyulmuştu. Ben de onun Yoongi'nin yanına gittiğini düşünüp peşine takılmıştım. Yanılmamıştım da. Ellerini siyah kumaş pantolonun cebine sokmuş öylece önüne bakıyordu.
Baktığı yere gözlerimi çevirdim ve ismi okudum.
'Min Yoonki'
Bakışları o kadar derindi ki bizi fark etmemişti. Jaehyun'u ardımda bırakarak hızla ona ilerlemiş kendime çekerek sıkıca sarılmıştım. Elleri hemen belimi bulurken boynundaki ellerimden birini saçlarına çıkarmıştım. Yavaşça okşarken fısıldadım.
"Buradayım, biliyorsun değil mi?"
Kafasını belli belirsiz sallarken kolları daha da sıkılaşmıştı ve kafasını boynuma doğru gömmüştü. Siyah kumaş ceketi onu zorlasa da onu takmadan sıkıca bana sarılması bu kasvetli havayı az da olsa dağıtıyordu.
"Yoongi, eve gidelim mi?"
Yine kafasını sallamıştı ve benden yavaşça ayrılarak elimi tutmuştu. Jaehyun'u görünce onun da mezara öylece baktığını gördüm. Yoongi ve Jaehyun'un dolu gözleri kesişince yavaşça elimi onun elinden çekip Yoongi'yi dirseğimle hafifçe öne ittim.
Ne dediğimi anlamıştı ki bunu bekliyor gibi hızla Jaehyun'u kollarına çekmişti. Şaşkınlığı buradan belli olan çocuk titreyen ellerini Yoongi'nin beline yerleştirirken gözlerimi yere indirdim çünkü ben de ağlayacaktım. Ayağımla yerdeki çakıl taşıyla oynarken elimde hissettiğim soğuk ellerle kafamı kaldırdım. Yüzünden süzülen tek damla yaş ile bana öylece bakıyordu.
Ellerim iyice soluklaşan yüzüne gidip yavaşça elmacık kemiğini okşadığında yüzünü avucuma yaslamış bana buğulu gözlerle bakmaya devam ediyordu. Bakışları.... Sanki yeter der gibiydi. Yetmese de artık yeter. Eksik kalsa da, yeter. Yorgunluğu iliklerime kadar hissettiğim cam gibi parlak koyu göz bebekleri bana bunları haykırıyordu.
Sıkıca onun elini kavrarken duyduğum korna sesiyle Jaehyun bizi arabaya davet etti. Açıkçası havalı görünüyordu. Son sınıflar arasında dikkat çeken yakışıklılığı yüzünden bıkmış olsa da daha çekecek gibiydi. Onu kafamla onaylayıp arka koltuğa önce Yoongi'yi oturtup sonrasında ben oturdum.
"Nereye gidiyorsunuz?"Tam ağzımı açmıştım ki Yoongi boğuk sesiyle mırıldandı.
"Babamın Café'sine."
○○○
Elimdeki eli bir saniye olsun ayrılmadan oturduğumuz masada karşımızda Bay ve Bayan Min ile bakışıyorduk. Açıkçası buraya neden geldik hiç bilmiyordum, sadece Yoongi'nin iyi olmadığını bildiğimden susarak ne yapıyorsa ona uyuyordum.