25. Bölüm

14.2K 1K 1.2K
                                        

Bilgisayarım bozulduğu için bir süre bölüm yazamadım üzgünüüümmmm

Uzun zaman sonra geçmiş bölümü yazayım dedim aşslkdşlaska kontrol de etmedim şalskdlasşd

İyi okumalaaar <3 


----


"Jongdae benden iki yaş büyük olduğunu söyledi."

"Öyle." Dedi sakinlikle başını sallayarak. Bunu yaparken tabağındaki kızarmış sosisi ağzına atmakla meşguldü ki sabahın bu saatinde görebileceğim en güzel şeydi. Onunla bu ilk günümüzdü. Yani barda tanışmadığımız, onunla yatmadığım, kafede beni basması ve tekrar yatmamız dışındaki ilk günümüzdü. Düzeltiyorum.

İlk normal günümüz.

Ki buna diğerleri randevu falan diyordu ama benim dilim bunu diyemiyordu.

Beni kampüsün önünden almıştı. Herkesin derse gitmekle meşgul olduğu, okulun en kalabalık saatinde o fazla gösterişli olan arabasıyla gelip beni almıştı. Saat sekizdi ve dün attığı mesajında kahvaltı yapmak istediğini söylemişti. Sabah insanı, kahvaltı insanı değildim. Fakat şu an düşünüyordum da olabilirdim.

Üzerindeki kapüşonuyla ve çubuğuma aldığı patatesle o kadar güzel görünüyordu ki. Basit bir kahvaltı için olabileceğimiz en lüks yerdeydik. Hemen karşımda devasa yapay bir havuz vardı. Ah, bir de devasa, gerçek olamayacak kadar güzel bir adam.

"Bir sorun yoktur umarım?" Sorusuna karşılık bir süre düşündüm. Umarım ne benim için sorun değildir hatırlamıyordum. Ne demiştim ki ben en son?

"Yok. Hatta severim." Az önce önümüzdeki ortak tabağa hardal sıkmıştı. Sanırım ona demişti.

"Ne yani? Senden iki yaş büyük olmamı sevdin mi?"

"Ne?" Kahretsin. "Ben onu demek istemedim. Yani o da sorun değil. Ama severim derken seni kastetmiyordum. Seni niye seveyim. Hayır. Hayır. Yani elbette seni de severim. Niye sevmeyeyim fakat hardalı da severim. İki yaş hardal olmanda da sorun yok. Yani hardal büyük... Tanrım. İki yaş büyük olmanda bir sorun yok ve hardal dökmende de sorun yok." Kıpkırmızı kesilmiştim ve kesinlikle nefes alamıyordum. Chanyeol çırpınışımdan büyük bir keyif alarak önünde birleştirdiği kollarıyla bana bakıyordu.

"Tamam, sakin ol." Kıkırdadı ve o kıkırdarken ben sakin olmak ne demekti diye düşündüm. Beynimin sözlüğü hata vermişti. "Biraz daha portakal suyu ister misin?" Hafif bir el işaretiyle garsonu çağırdığında başımı önüme eğdim. Portakal dediğin şey ülkemizde çok pahalıydı. Taze sıkılmış portakal suyu ise ondan daha pahalı.

Nasıl bir adamla uğraştığımı bilmiyordum. Daha kötüsü, o nasıl bir adamla karşı karşıya olduğunu bilmiyordu. Görme bozukluğu vardı belki de ve birbirine girmiş saçlarımı, dün gece gizlice odaya içki sokup sabaha karşı uyuduğum için şiş olan yüzümü ve gözlerimi, ütüsüz gömleğimi ve rengi açılmış kotumu göremiyordu.

Onun dengi biri değildim. Arabasına bakıp ağız sulandırmamı geçtim, iki bardak portakal suyuna bile kanmaya hazırdım. O ise mükemmel olmaya ve bana çok güzel bir şeymişim gibi bakmaya devam ediyordu.

"Teşekkürler." Diye mırıldandım koca bir portakal suyu önüme gelince.

"Seni sabahın bu saatinde yorduğum için özür dilerim. İki gündür görüşmüyoruz ve ben seni görmek için biraz fazla heyecan yapıp saat konusunda abartmış olabilirim." Çekinerek ensesindeki saçlarını karıştırırken doğru duyup duymadığımı kendim de merak ediyordum. Beni görmek için bu kadar hevesli olması inanılır gibi değildi. Arkama dönüp baktım.

After AllHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin