O.6

3.3K 290 201
                                    

(Harry'nin anlatımıyla)

Belki de o kelebekleri hissetmem için bir salıncağa ihtiyacım yoktur?

Sonraki gün Louis bana, bütün konusunun bana dayalı olduğu bir proje yapacağını söyledi.

''Seninle bütün bir okul yılı boyunca, her gün röportaj yapacağım.'' dedi.

Sözleri arasında ''Umarım neyle uğraştığının farkındasınızdır.'' demiştim.

Ona yapabileceğimizi söylediğimde çok heyecanlandı. Ama ben hala tereddütlüydüm. Bütün sınıfın kahkaha kaynağıydım. Ayrıca Louis'in güvenilir olup, olmadığını da bilmiyordum.

Güvenilir görünüyordu.

Ama tabii ki, başlangıçta herkes böyle görünür.

Louis ve benim bir sonraki buluşmamız salı günüydü. Beni sahildeki küçük, sokak yemekleri olan bir dükkana götürmüştü.

Öyle yerlerden nefret ederim.

Ama sahili severim.

Ve besbelli, önümde duran kısa, yumuşak saçlı çocuğu da beğenmiştim.

Dalgaları severim ve oturduğumuz çardaktan onların seslerini duyabiliyordum.

''Kolay bir şeyle başlayalım.'' dedi, ağzının çevresi kırıntılarla doluyken konuşup, dalgaların foş foş seslerini kesmişti.

''En sevdiğin şarkı hangisi?'' dedi ve ağzını yavaşça sildi. Bir anlığına tamamen kayboldum. Bu sorunun benim hastalığımla hiçbir ilgisi yoktu?

Olsun. Bu soru gayet kolaydı.

Çözülebilen sorunlar.

En sevdiğim.

''Bunun konumuzla hiçbir ilgisi olmasa da,'' dedim ve parlakça sırıttım, '' kesinlikle Radiohead'in Creep şarkısı diyeceğim.''

Gözlerini kırpıştırdı ve melodiyi -kesinlikle berbat bir tonda- mırıldanmaya başladı. Gülmek istemedim ama dayanamıyordum. Kahkaha attım.

''Neden bu şarkı?'' Nefesini vererek gülmüştü. Gözlerinin, dalgalanan okyanusla olan uyumu yüzünden neredeyse ne konuştuğumuzu unutacaktım.

''Şey yüzünden sanırım,'' deyip cidden şarkının neden benim için önemli olduğunu düşündüm, ''sözleri yüzünden.'' dedim. Küçük mırıltımı ve gözlerimdeki üzgün gölgelenmeyi fark etti.

Sözleri biliyordu.

I don't care if it hurts

I want to have control

I want a perfect body

I want a perfect soul *

Bir süre bir şey söylemedi. Panikledim. Sandviçimi kaptım ve koltuk üzerinde bir kayma sesi duydum. Oturduğu yerde bacaklarını altına alarak oturmaya başlamıştı. Onu öyle gördüğümde bıyık altından güldüm.

Bu çocuk, benden daha tuhaf olabilirdi.

''Sen tuhaf ya da ucube birisi değilsin.'' dedi ve gülümsedi.

Ruhunuzun en soğuk noktalarını bile ısıtabilecek bir gülümsemeydi.

Ona utangaç bir geri gülümseme verdim sonra karşımda, birden ciddileşti.

Tek kaşımı kaldırdım.

Bu sefer hangi fikirle gelecekti?

''Seninle sahile kadar yarışacağım, Bambi.'' Pis bir sırıtış dudaklarına yerleşirken fısıldamıştı. Bir saniye sonra, aceleyle koşmaya başladı. Gülmüştüm, seslice..

Çok sesli...

Bu, fark etmemi sağlamıştı: Uzun zamandır böyle gülmemiştim.

Ona doğru koşmaya başlamıştım ama yolun yarısında durmak zorunda kaldım.

Lanetli sürtünme.

''Louis!'' diye soludum. Bana baktı ve bir saniye içinde yanıma doğru koşturmaya başladı. Sorunun ne olduğunu anlamış gibiydi çünkü bana telaşlanmış gibi bakıyordu.

Ama yanıma geldiğinde, telaşlı bakışı, geldiği gibi gitmişti.

Beni kucaklayıp, kaldırdı, nefesim kesildi. Görüş açım yerden ayrılıp, göklere doğru yaklaşırken etrafıma bakındım.

Bu durumdayken neden bu kadar rahattım bilmiyorum ama, öyleydim. Özgür hissettim.

Zonklama, acı ve açlık hissinden kurtulmuştum.

Özgür.

Ona güldüm. Sanki bir altın madalya kazanmış gibi gülerken beni suyun kenarına taşıdı.

Ayak parmaklarım, tekrar, yeryüzüne indiğinde, tanecikli ıslaklıkla tanıştım. Bunu sevdim: Islak kum, soğuk su, yüzüme esen rüzgar...

Bunu. Sevdim.

Ben ona baktım; o bana baktı.

Gülümsedik, okyanus dudaklarının kenarında dururken.

Ayaklarımızı öpüyor sonra geri çekiliyordu.

''Ne zamandır böylesin?'' diye sordu ve birden, bunu araştırması için sormuyor gibi hissetmiştim.

Soruyordu çünkü gerçekten öğrenmek istiyordu.

''On altı.''

Bana acıyormuş gibi baktı. Ben ise uzaklara baktım. Acınmak pek benlik değildi.

Özellikle, bana acıyan kişi o ise.

''Bir yıl olmuş?'' dedi aynı ses tonuyla.

Kafamı salladım, ''365 gün oldu, evet.'' dedim ve onu daha yakınımda hissettim.

Okyanus ayaklarımıza kadar dalgalanmaya devam ediyordu. Sessizliği dinledim.

Dinledik.

''Sikeyim Bambi, bu berbat.'' diye ekledi birkaç dakika sonra. Bu doğal tepkisine dayanamayıp kıkırdamaya başladım.

''Öyle.'' dedim. Bir nefes verdim ve gülümsedim ama ifademde küçük bir üzüntünün bile izi yoktu.

Günümüzü, kumdan kaleler yaparak ve deniz kabukları toplayarak bitirmiştik.

Günümüzü, kumdan kaleler yaparak ve deniz kabukları toplayarak bitirmiştik

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

--------------------

:'''')))))))

-E.

You Put The O in DisOrder// larrystylinsonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin