27

497 46 10
                                    

Kafede olduğum süre boyunca Jin'i görmemiştim ve bu beni bir miktar üzmüştü. Sürekli mutfaktaydı ve bir kere olsun çıkmamıştı. Üstümü değiştirdikten sonra eve doğru yol aldım. Açıkçası tek başıma gitmek beni biraz ürkütmüştü. Üşüyen ellerimi birbirine sürttüm. Artık kış ayı hissedilir hale gelmişti. Çantamı sıkıca kavradım ve dudaklarımı büzüp yola devam ettim.

"Choon Hee!" Bana seslenen kişiye bakmak için arkamı döndüm. Jin nefes nefese bana doğru koşuyordu. Gözlerim şokla açıldı ve geri geri adımladım. Onu görmeyi istiyordum ama bu deli gibi utandığım gerçeğini değiştirmezdi. 

"Nereye gidiyorsun?" Koşmaya devam ettiğinde bende koşmaya başladım. Utancımdan ölecektim. 

"Beni bekle Choon Hee!" Seni beklemeyemem Jin. Hızla koşuyordu. Arkamı döndüm ve hafif bir çığlık atarak tekrar önüme döndüm.

"Gel buraya!" Sesi git gide yaklaşıyordu. Enerjimin son kırıntıları da tükendiğinde bir ara sokağa girdim. Duvara yaslandım ve beni bulmaması için dua ettim. Gözlerimi sıkıca kapattım ve gitmesini bekledim. Adım sesleri yaklaştığında nefesimi tuttum.

"Choon Hee, aç gözlerini." Hayır hayır, beni bulmuş olamazdı. Yumduğum gözlerimi yavaşça açtım. Karşımda nefes nefese bana bakan Jin ile karşılaştım. Yanaklarıma giden o sıcaklığı hissetmek beni daha da germişti.

"Bir ihtimal..." Dedi ve soluklandı. Sağ elini duvara yasladı ve bana doğru eğildi.

"Benden utanıyor olabilir misin?" Gözlerimi kırpıştırdım ve duvara resmen yapıştım. Dahada eğildiğinde başımı eğdim. Çenemden tuttu ve ona bakmamı sağladı. Gözlerim ondan başka her yerde gezinirken kıkırdadığını duydum.

"Utangaç Choon Hee ha?" Kıkırdamaları kahkahaya döndüğünde bulunduğumuz durumun garipliğine içimden kısa bir küfür çektim. 

"Utanma Choon Hee, beni öptüğün için utanma." Yanaklarım daha da kızarırken eliyle saçımın bir tutamını kulağımın arkasına sıkıştırdı. Yanağımı okşadığında titrek bir nefes verdim. Konuşma yetimi kaybetmiştim resmen. 

"Bana neden kafede çalıştığımı sorduğunda..." Dikkatimi dağıtmaya çalıştığı her halinden belliydi.

"Mutluyum demiştim çünkü orası eskiden annem orada çalışırdı. Annem kahveyi çok severdi. Bir kafe işlettiği için çok mutluydu. Onun mutluluğu bulduğu yerde bende bulurum diye orada çalışıyorum." Sıcak gülümsemesini bana sundu.

"Sonra altı tane mükemmel arkadaşım oldu.Arkadaştan öte ailem oldu. Hepsi benim için birbirinden değerli. Benimle aynı evde yaşamayı ve kafede çalışmayı kabul ettiler. Tabi yazları herkes evine gidiyor o ayrı bir durum." Hafifçe güldü.

"Herneyse, sonra sen Choon Hee. Seni kendime yakın hissettiğimden beri aklımdan çıkmak bilmiyorsun." Başını sağa doğru eğdi.

"Konuyu çok dağıttım galiba. Sana güzel bir teklif için gelmiştim." Sertçe yutkundum.

"Bende pek telefona bakmadığım çocuklardan bir ton azar işitmiş olabilirim..." Ensesini kaşıdı.

"Neyse, demek istediğim..." Dikkatle bana baktı.

"Bu hafta yine pazar günü için plan yapmışlar. Onu söylememi istediler." Dudaklarını büzdü.

"Ne kadar konuştum öyle." Hafifçe güldü. Donup kaldığımı daha yeni farketmiş olacakki elini yüzüme doğru salladı.

"Choon Hee? Beni duyuyor musun?" Gözlerimi kırpıştırdım. Konuşmayı unutmuştum resmen.

"Choon Hee?" O da gözlerini kırpıştırdı ve elini burnumun altına koydu.

"Hayır yani nefeste alıyorsun neden konuşmuyorsun ki?" Tekrar titrek bir nefes verdim.

"Utanma benden demedim mi sana?" Başını iki yana salladı.

"Eğer konuşmazsan seni öperim Choon Hee." Sertçe yutkundum. Ne diyecektim ki?

"B-ben..." Dikkatle beni dinlediği için çok gerilmiştim.

"Sadece eve gitmek istiyorum." Anlayışla başını salladı.

"Peki, hadi gidelim." Benimle mi gelecekti? Kurumuş dudaklarımı yaladım ve gökyüzüne çevirdim bakışlarımı. Onunla konuşmak beni gerdiği için sessiz kalmayı tercih etmiştim.

"Ee? Geliyor musun pazar günü?" Yüzümü ona dönmedim.

"Bilmiyorum..." Üşüyen ellerimi tekrar birbirine sürttüm. Aniden ellerimi tutmasıyla yüzümü ona çevirdim ve 'ne yapıyorsun?' cinsinden bir bakış attım.

"Ellerin üşümüş, ısıtıyorum işte."

Ve o an küçük bir kar tanesi burnuna düştü. Burnuna baktığımı farketti ve kar tanesini gördüğünde geniş bir şekilde gülümsedi. Gülüşüne baktığımda içimi ısıtan bir şey hissettim. Tanımlaması çok zordu ama içim huzur doluydu işte. Karın sıklaşmasıyla ellerimi bıraktı ve montunun cebine soktu. Neşeyle gökyüzüne baktığında gözlerimi ondan ayırmadım.

Söylesene SeokJin, gökyüzünden düşmüş bir yıldız mısın sen?

Çünkü şu an parıldıyorsun.

Alium| Kim Seok JinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin