10

604 69 26
                                    

Öğle arasına girdiğimizde sırama gömüldüm. Feci şekilde uykum vardı. Yanağıma dokunan parmakla gözlerimi açtım.

"En azından ders bari çalış Choon Hee," başımı sıradan kaldırıp Yung Hwa'ya yorgun gözlerle baktım.

"Peki, kütüphaneye gidelim." hafifçe güldüğünü gördüğümde dudaklarımdaki kıvrılmaya engel olamadım.

Beraber kütüphaneye gittiğimizde ilk işim okunacak bir kitap listesi hazırlamaktı.
Kitap okumayı seviyordum, ancak bu ara okumaya fırsatım olmuyordu. Önceliğim annemdi. Elimi kitaplarda gezdirirken telefonumun titremesiyle elimi çekmek zorunda kaldım. Yazan Min Sung'tu.

Min Sung: Seni kütüphanede gördüm.

Ben: Aynı okuldayız.

Min Sung: Seninle buluşma için konuşmam lazım. Kütüphane kapısının önündeyim. Bekliyorum.

Gözlerimi devirdim. Bu çocuk harbi odundu.
"Yung Hwa, benim işim var. Başka bir zaman kütüphaneye gelelim." Arkamı dönecekken konuşmasıyla öylece durdum.

"Min Sung'un yanına gidiyorsun değil mi?" Arkamı döndüm ve istemeyerek olsada başımı salladım.
"O çocuğu sevmedim. Sevmemeye devam etmekten de vazgeçmeyeceğim." Dik dik bana baktı.

"Her neyse, daha sonra kütüphaneye geleceğiz, söz mü?" Serçe parmağını bana uzatınca hafifçe gülümsedim ve bende serçe parmağımla parmağını birleştirdim.
"Söz."

Kütüphanenin kapısını açtığımda elinde telefonuyla uğraşan Min Sung'u gördüm. Duvara yaslanmıştı. Koridordan gelip geçen kızlar ona hayranlıkla bakarken o kimseyi takmıyordu. Beni gördüğünde dudaklarında hafif bir kıvrılma oldu ve yanıma geldi.
"Selam!" Elini omzuma attı ve beni merdivenlere doğru sürükledi. Elini omzumdan çektim.
"Ne istiyorsun?" Gözlerini devirdi.

"Alt tarafı arkadaş olmaya çalışıyorum."

"Arkadaş olalım diyen olmadı."

"Randevuya çıkmadan önce birbirimizi tanımak fena olmazdı."

"Bunun bir randevu olduğunu da nerden çıkardın?"

"Öyle değil mi?"

"Değil. Aslında çok saçma. O kadar saçmaki," kendimi kusmamak için zor tutuyordum.

"Sana göre saçma olabili-"

"Lütfen gerisini söyleme, lütfen." Resmen ego kokusu alıyordum.
"Ego kasmayı kes ve kendin ol." Onu orda bırakıp dışarı yöneldim. Biraz hava alsam iyi olurdu. Dışarda arka bahçedeki banklardan birine oturdum. Arkamı yaslandım ve düşünmemeye çalıştım. Saçmaydı. Her şey çok saçmaydı. Gözlerimi kapattım.
Yanıma oturan bedenle kapattığım gözlerimi açmak zorunda kaldım.
"En azından bir rahat bıraksaydın, fena olmazdı."

"Fena mı oldu? Yalnız başına oturan bir kıza yardım ediyorum," Yardımmış.

Bir şey demedim. Konuşmak istemiyordum.
"Ee? Hayat nasıl gidiyor?"

"Bundan sanane?"

"Neden bu kadar sert davranıyorsun?"

"Bu umrunda mı?"

"Evet, umrumda."

"Git burdan Min Sung, beni rahatsız ediyorsun."

"Eğer yanında o olsaydı, rahatsız olmazdın, değil mi?" Gözlerimi pörtlettim ve baktığı yere baktım. Okulun arka bahçesi ana yola bakıyordu ve kaldırımda bir beden, öylece durmuş bize bakıyordu. Daha doğrusu bana.

Bir anda Min Sung beni kendine çekti. Kollarıyla bedenimi sardığında kendime geldiğim an kollarını ittim.

"N-ne yapıyorsun sen?" Yola baktığımda yürüyordu. Yürüyordu ama adımları hızlıydı. Banktan fırladım ve yolla aramı kesen çitlerin üzerinden atladım. Tabi atlarken bacağımıda vurmayı unutmamıştım. Muhtemelen kanıyordu ama umrumda değildi.
"Yah! Beni bekle!" Hızını kesmeden yürümeye devam ediyordu. Elinde bir şemsiye vardı. Daha yeni farketmiştim.

"Sana beni bekle dedim!" Aniden durmasıyla sırtına çarptım.

"Neden bekleyeyim seni?" Arkasını döndü ve parlak gözleriyle bana baktı.

"Amacın neydi?" Gözlerine baktıkta acı çekiyordum...

"Amacın neydi dedim!" Elindeki şemsiyeyi yere fırlattı.

"Ben...bana yaramı sarma demiştin, peki o neden sana sarılabiliyor?"

"Sana ne demeli? Ne diye aklında başka biri varken benimlesin?!" Aniden bastıran yağmurla ikimizde ıslanmaya başlasakta sinirle birbirimize bakıyorduk.

"Sana açıklama yapmama izin verseydin, böyle olmayacaktı!" Birbirimize bağırmaya devam ediyorduk.

"Bağırma bana!"

"Bağırmıyorum ben!" Böyle demesi bir işe yaramıyordu. Onu ilk defa sinirli görüyordum.

"İyi," gözlerimi o hariç her yerde gezdirdim. Sırılsıklam olmuştum ama umrumda değildi. Sinirlenmiştim.

"Belki bende açıklama yapacağım?" Yere indirdiği gözleri gözlerimi buldu.

"O zaman neden beni dinlemedin?" Bu sefer sadece nefes alışverişlerimizin hızı duyuluyordu.

"Herneyse," yerdeki şemsiyeyi alıp açtı ve bana doğru uzattı.

"Hâlâ seni düşünebiliyor olmak... bu can sıkıcı." Şemsiyenin altına kendisi de girdiğinde başımı yukarı kaldırdım.
"Hâlâ seni koruma isteğim...bu can sıkıcı." Gözlerini gözlerimden ayırmıyordu.

"Bu can sıkıcı ama, ne olursa olsun, içinde sen varsan sıkıcı olsada umrumda değil." Şemsiyeyi ellerime tutuşturdu.

"Sana o çocukla mutluluklar dilerim."

"Yah! Beni-"

"Seni dinlemek istemiyorum, canımı yakıyorsun." Şemsiyeyi ellerimde bırakıp öylece gittiğinde, şok içinde öylece kalakalmıştım. Tek yapabildiğim, arkasından bağırmak oldu.

"Sende benim canımı yakıyorsun, aptal herif!"Hızla oradan ayrıldım. Bir an önce eve gitmek istiyordum. Okula vardığımda çantamı toplamaya başlamıştım bile. Yung Hwa'ya açıklama yapacak halde hissetmediğimden, ona gözükmeden kaçmaya çalıştım.

"Choon Hee, nereye?" bana merakla baka Min Sung'a öfkeyle baktım. Suratına bir tokat attığımda tüm okul bize dönsede aldırmadım.

"Bunu bilerek yaptın değil mi?" Ona bakmadım ve okuldan hızla ayrıldım. Otobüs falan beklemek istemiyordum. Bana verdiği şemsiyeyi açıp yola koyuldum. Göz yaşlarıma teslim olduğumda kendimi yerde buldum. Öylece, orada duruyordum. Yaptığım tam bir aptallıktı.

Tam bir aptalsın, Choon Hee.

____

Oy sınırı koymayacağım ama oy vermeden geçmeyin lütfen~

Alium| Kim Seok JinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin