2

1.1K 80 5
                                    

Sonunda okul bittiğinde derin bir nefes aldım. Çantamı sırtlandığım gibi çıkışa yöneldim. Benim için her sene ne kadar zor olsada, bunu yapmak zorundaydım. Öyle hissediyordum. Durağa vardığımda tekrar onu görmeyi planlamıyordum. Yine direğe yaslanmıştı. Üzerinde salaş bir gömlek vardı. Saçları alnını kaplamıştı. Kendime hafifçe tokat attım. Sen otobüsünü bekle Choon Hee, kendine gel. Kafasını kaldırmasıyla beni görmesi bir oldu. Hafifçe gülümsedi. Bende gülümsedim. Yine yanıma geliyordu.
"Bugün ikinci karşılaşmamız." Kapa çeneni. Mükemmel sesini duymak istemiyorum.

"Evet, evet öyle oldu." Başımı salladım.

"Sanırım daha çok karşılaşacağız."

"Olabilir, sonuçta aynı durakta bekliyoruz." Gözlerini bir süre aşağıda gezdirdi. Morali bozuk gibiydi.

"Bu arada ben..." lafı otobüsün kornasıyla kesildi. Bir şey demesini beklemeden otobüse bindim. Oda arkamdan binmişti. Direk cam kenarı kaptım. Başımı cama yaslamayı seviyordum. Aklıma yarım kalan cümlesi geldi. Acaba ne diyecekti?

"Of Choon Hee, düşünme artık!" Kendime defalarca kez tokat attım. Kulaklıklarımı takıp düşünmemeye çalıştım. Zaten çok geçmeden inmişti. Gözlerimi kapattım. Odaklanmam gereken başka bir şey vardı.
Yaklaşık 10 dakika sonra otobüsten inmiştim. Buraya gelmeyi sevmiyordum. Buranın o lanet havasını solumak istemiyordum. Yavaş adımlarla gideceğim yöne ilerledim. Her adımda kalbim daha da ağırlaşıyordu sanki. Tekrar derin bir nefes aldım. Bu...bu benim için gerçekten çok zordu. Sonunda gitmek istediğim yere varmıştım. Geldiğim yer, babamın vefat ettiği yerdi. O lanet arazi babamı alıp götürmüştü. Kim bilir nerelerdeydi? Yolun kenarındaki yüksek taşın üstüne oturdum. Her yıl buraya gelir, aynı noktaya oturur, babama hikayeler anlatırdım.

"Biliyor musun? Bugün mükemmel sesli bir adamla karşılaştım." Titrek bir nefes verdim.
"Sesi mükemmeldi, o sesle her tonda şarkı söyleyebilirdin." Küçük bir kahkaha attım.
"O lanet ayı hâlâ duruyor biliyor musun? Onu ne kadar yok etmek istesemde yapamıyorum." Ayağımla yerdeki taşı itekledim.

"O seninle son hatıram baba, o ayıyı bana aldırmamalıydın." Başımı salladım.
"O ayıyı istememeliydim." Gözümden firar eden yaşlara aldırmadım.

"O...o lanet ayıyı istememeliydim!" Yerdeki taşa sertçe tekme attım. Havada süzüldükten sonra yerde sekmeye başladı. Bir süre yerde seken taşa baktım.
"Neden o ayıyı aldın ki bana?" Hıçkırıklarımın arasından zar zor konuşuyordum. Yanımda hareketlenme hissettiğimde başımı o tarafa döndürdüm.

"Yarım kalan cümlemi tamamlamadım." Bana bakmıyordu. Uzağa bakıyordu,gözleri araziyi tarıyordu.
"Ne?" Dedim çatlak sesimle. Yanındaki poşetten bir şişe çıkarıp bana uzattı.
"İster misin?" Bu sefer gözlerimin içine bakıyordu. Elindeki şişeyi aldım. Bir dikişte bitirdikten sonra şişeyi yakınımdaki çöp kutusuna fırlattım.
"Teşekkür ederim," başını önemli değil dercesine iki yana salladı.
"Adım, adım Kim Seok Jin." İsmi bile mükemmeldi.
"Yarım kalan cümlem buydu." Ardından poşetten bir şişe daha çıkarttı. Kendisi de şişeyi bir dikişte bitirmişti.

"Senin burada ne işin var?" Bende ona bakmadım bu sefer. O arazide bir şeyler arıyordum, ama ne aradığımı ben bile bilmiyordum.
"Uzun hikaye," dedi soğuk bir sesle.
"Anlatmak istersen dinlerim." Yanağında hafif bir gülüş oluştu. Eli cebine gittiğinde merakla eline baktım.

"Önce bir suratını temizle." Elindeki peçeteyi görmemle içimde tuhaf bir şeyler hissettim. Böyle merhamet desem, belki az da olsa somutlaştırmış olurdum. Elindeki peçeteyi aldım.
"Sana çok borçlandım." Dedim utanarak.

"Önemli değil."

"Ee? Anlatacak mısın?"
Başını bana çevirdiğinde bende ona bakıyordum. Çok yakındık. Kalbim resmen boğazımdan çıkacaktı. Hafifçe geriye kaydım ve yalanda olsa öksürdüm.
"İyi misin?" Başımla onayladım.
"İyiyim," derin nefes alma sesin duydum.
"Sen niçin geldiysen, bende onun için burdayım." Dedi pat diye. Başımı öne eğdim.
"Anlıyorum," dedim. Diyecek bir şey bulamıyordum. Başını kaldırdı ve gökyüzüne baktı.
"Anlatmak istiyorum..." tekrar göz göze geldik.
"Ama nedense, şimdi anlatmak istemiyorum." Sorguyla baktım.

"Neden ki?" Tuttuğu nefesini üfledi.
"Eğer anlatırsam, bir daha karşılaşamayacağız." Gözlerimi etrafta gezdirdim.
"Beni bir daha merak etmeyeceksin," sen konuşmasana be adam.
"Seninle konuşmak istiyorum, seni kendime yakın hissediyorum." ardından gökyüzüne doğru bakmaya devam etti.

"Adım," dedim deli cesaretiyle. Şaşkınca başını indirdi.
"Benim adım Choon Hee." Dedim ve hızlıca oradan uzaklaştım. Kalbimi hissetmiyordum resmen. O kadar hızlı koşuyordum ki... Eğer koşmaya devam edersem, kalbimin sesini duyamayacağımı düşünüyordum. Durağa vardığımda gelmemesi için içimden dua ediyordum. Endişeli gözlerle etrafı taradım. Gelmemişti. Aslında ne kadar gelmemesi için dua etsemde, gelmesini istiyordum.

Kesinlikle ama kesinlikle kafayı yemiştim, yemeye devam ediyordum. Otobüs geldiğinde hızla otobüse bindim. Cama yaslandığımda aklımdan gitmeyen o adama odaklandım. Onun yüzünden babamla olan konuşmam yarıda kalmıştı. Onun yüzünden duygularımı dökememiştim. Ama bana yardımcı olmuştu, benimle konuşmak istediğini söylemişti.
"Ya, Choon Hee, yeter artık! Buna bir son ver!"
Veremiyordum, olmuyordu. Mesela, neden benden önce duraktan inmişti? Ya da kaç yaşındaydı? Gözlerimi sıkıca kapattım. Onu bir daha görmek istesemde beni etkilediği için uzak durmam lazımdı.

***
Eve vardığımda boğuk bir ses duydum. Daha çok inleme sesi gibiydi.
"Anne, ben geldim!" Annem bana ses vermemişti. Hemen vermesi gerekirdi.
"Anne?" Dedim telaşla. İşinden çoktan çıkması lazımdı. Evde olmalıydı yani. Telefonumu çıkarıp annemi aradım. Telefon sesi evden geliyordu. Telefonun sesini takip ettim. Yerde yatan bir beden görmemle çığlığı basmam bir oldu.

"Anne!" Telefonumdan ambulansı aradım.
"Anne, sakin ol, geçicek." Annem bacağını tuttu.
"Acıyor," dedikten sonra hafif bir çığlık attı. Ambulans geldiğinde annemi sedyeye yatırdılar. Sedyenin bir ucundan tuttum.
"Geçicek anne," beraber ambulansın içine girdik. Ambulanstaki görevlilere soran gözlerle bakıyordum.
"Ne oldu?" kelimeleri dökebildim ağzımdan. Adam omzuma dokundu.

"Bacağında kırık var, hanımefendi." Gözlerimi büyüttüm. Sedyede sakin sakin yatan anneme baktım.
"Şimdilik ağrı kesici verdik. Bir an önce tedavi olması gerek." Başımı hafifçe salladım. Ah anne, neden başına bela açıyorsun ki? Arkama yaslandım ve gözlerimi kapattım. Düşünmek istemiyordum. Hiç bir şey düşünmek istemiyordum.

***
Hastane yatağında sakin sakin yatan anneme baktım. Sağ bacağının neredeyse yarısı alçıya alınmıştı. Yanında düşmüş yorgun ellerini tuttum.
"Kendini çok yordun anne, sırf benim için." Ağlamaya başladığımı göz yaşının yanağımı yakmasıyla farketmiştim.
"Neden uğraştın ki bunca zamandır?" Elini okşadım. Feci şekilde berbat hissediyordum kendimi. Başımı annemin koluna dayadım.
"Benim için bu kadar uğraşmamalıydın, haketmiyorum ki." Annemin kolu hareketlenmeye başlayınca hızla başımı kaldırdım.
"Kimmiş o haketmeyen?" Yorgun da olsa gülümseyen suratına baktım.
"Gülme, yalandan numara yapma bana." Annem elini kaldırıp başımı okşadı.
"Neden yalan söyleyeyim?" Yanaklarımı okşadı.
"Ağladın mı sen?" Ayağa kalkmaya çalışınca onu durdurdum.

"İyiyim ben, uzan sen. Ben doktor çağırıp geleyim." Annem başını salladığında doktoru çağırmak için ayağa kalkmıştım bile. Doktor geldiğinde elindeki kağıda baktı.
"Çok yormuşsunuz kendinizi. Bundan sonra dikkat edin, 1 ay sonra alçıyı çıkarmaya gelebilirsiniz. İyi günler." Doktor yanımızdan ayrıldığında annem çatık kaşlarıyla doktorun arkasından bakıyordu.
"1 ay mı?" Başımı salladım.
"Bu süre boyunca tamamen bana kaldın anne, kendini yormana asla izin vermeyeceğim." Annem elini alnına vurdu.

"İyi öyle olsun bakalım."

Alium| Kim Seok JinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin