Bugün hafta sonu olduğu için erkenden kahvaltımı yapıp işe doğru yol aldım. Tek istediğim bir an önce işimi sorunsuz bir şekilde bitirmekti. Kafeye girdiğimde hızlı bir şekilde üzerimi değiştirdim. Ardından siparişleri almaya başladım. Arkamda bir hareketlenme olduğunda hafifçe irkildim.
"Bir şey demeyecek misin?" Bana merakla bakan gözlere ne tepki vereceğimi kestiremedim.
"Ş-şey...Poşeti geri vermene gerek yoktu. O sana aitti zaten." Hafifçe güldü. Neden bir şey olmamış gibi davranıyordu?
"Benden uzak durmaya çalıştığını anlamıyor muyum sanıyorsun?" Bu sefer gülme sırası bendeydi.
"Delirdin galiba, benimle o gün tartışan sen değil miydin?" Bunu der demez bakışları aşağıya kaydı.
"O gün gerçekten sinirliydim. Özür dileri-" Elimi kaldırıp onu durdurdum.
"Özür dileme, ve lütfen, lütfen beni düşünme-" Bir sipariş daha aldım. O da beni takip ediyordu.
"Benim için endişelenme-"
Bir sipariş daha.
"Bana özür dile-"
"Neden?" Sordu soruyla duraksadım. Gerçekten, neden? Neden böyle davranıyordum? Kabullenmek istemediğim şey neydi?
"Bunları daha sonra konuşalım." Neden onu geçiştiriyordum? Başımı iki yana salladım. Kendime gelmeliydim.
___
Sonunda işler bittiğinde Hoseok, ben ve Jimin masaları temizlemeye başladık.
"O gün hyung'un neyi vardı?" Jimin Hoseok'a sorar gözlerle baktı.
"Bilmiyorum. Kafeye neden gelmediğini sordum ama cevap vermedi." Merakla onları dinlemeye başladım.
"Choon Hee, yoksa Jin Hyung seninle miydi?" Başımı iki yana salladım.
"Hayır. Ama bir ara görmüş olabilirim." İkisi de yavaşça başalarını salladı. Bende kirlenmiş bezi tekrar yıkadım ve masaları silmeye devam ettik.
"Jin Hyung hakkında ne düşünüyorsun?" Ağzım o şeklini aldı ve istemsiz olarak 'ha?' dedim.
"B-ben mi?" Hoseok ve Jimin beraber gülmeye başladıklarında şaşkınlığım hala gitmemişti. Kuruyan dudaklarımı yaladım ve pörtlek gözlerle ikisine baktım.
"Şey...İyi birisi işte." Jimin başını salladı ve çenesini kaşıdı. Bende omzumu silktim ve işime döndüm. Bir an önce eve gitmek istiyordum. Her yerim ağrıyordu. Sol omzuma hafif bir masaj yaptım ve işim biter bitmez hızlı bir şekilde üzerimi değiştirmeye gittim. Bana verdikleri dolabı açtığımda pembe bir kutu ile karşılaştım. Kaşlarımı çattım ve kutuyu elime aldım. Bir ağrı kesiciydi. Üzerinde yazan not ile gözlerimi devirdim.
İhtiyacın olabileceğini düşündüm. -Kim Seokjin.
Derin bir nefes üfledim. Beni düşünmesi hoştu ama dikkatimi dağıtıyordu. Kalbime zarar veriyordu. Umutsuzca kutuyu elimde tutup Jin'i aramaya başladım. Namjoon ile konuşurken gördüğümde hızla yanlarına gittim. Jin'in arkası bana dönük olduğundan beni farketmemişti ama Namjoon farkettiğinde hafifçe Jin'i dürttü. Jin arkasına döndüğünde elimdeki kutuyu gördü. Yanıma geldi ve hafifçe güldü.
"Nasıl? Umarım iyi-" Eline kutuyu tutuşturdum.
"Bak, her şey için teşekkür ederim ama bana yardım etme, lütfen." Aramızdaki mesafeyi kapattığında şaşkınlıkla başımı yukarı kaldırdım. Ah şu uzun boyu! Gözlerimi hızlı bir şekilde kırpıştırırken nefesini yüzüme doğru üfledi. Mmm, nane. Başımı hızla iki yana salladım.
"Neden Choon Hee? Neden izin vermiyorsun?" Gözlerimi yere çevirdim.
"Neden bana güvenmek istemiyorsun?" Omuzlarından ittirdim. Fazla yakındık ve bu beni germişti.
"Bir sebebi olması gerekmiyor." Hadi ama, elbette bir sebep vardı.
"Yalan söyleme,"
"Yalan söyledğimi nerden çıkardın?"
"Çünkü seni tüm bakışlarını anlayacak kadar iyi tanıyorum." Sertçe yutkundum.
"Bana yardım etmenin sebebi ne?" Omuz silkti ve yerdeki küçük taşı tekmeledi.
"Gerçekten merak ediyor musun?" Başımı salladım. Merak ediyordum. Ama aynı zamanda korkuyordum. Hemde çok. Önüm karardığında ne olduğunu anlayamadan kollar bedenimi sarmıştı bile.
"Senden hoşlanıyorum Choon Hee, o adamla konuşma lütfen."
Ama bu, Jin değilidi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Alium| Kim Seok Jin
Fanfiction"Hâlâ seni düşünebiliyor olmak... bu can sıkıcı." Şemsiyenin altına kendisi de girdiğinde başımı yukarı kaldırdım. "Hâlâ seni koruma isteğim...bu can sıkıcı." Gözlerini gözlerimden ayırmıyordu. "Bu can sıkıcı ama, ne olursa olsun, içinde sen varsan...