Calum, beni salondaki koltuğa oturtup karşımda yere oturalı tam bir saat olmuştu. Ağlamam dinmiş, ilk şoku atlatmış ve elimdeki telefona boş boş bakıyordum. Calum, telefona çok yabancı bakışlar atıyordu.
Michael'ı arayacaktım ama Calum'ı onun görmemesinden endişe ediyordum. Deli damgası yemeye hazır değildim. Hem ona bunu nasıl anlatacaktım ki?
"Yazdığım karakter can buldu ve evimin salonunda oturuyor." mu, diyecektim.
Ben bunları düşünerek beyin patlatırken Calum, tamamen yeni bir ortamda bulunmanın etkisindeydi. Evimin her detayını titizlikle inceliyordu. Ondan korktuğumu fark ettiğinden beri bana karşı mesafeli davranıyordu. Benden bir yaklaşım görmeden de ortama alışamayacak gibi görünüyordu. Ayağa kalkıp mutfağa doğru ilerledim ve telefonu tezgaha bıraktım. Onun beni izlediğini hissedebiliyordum.
Ona doğru dönmeden "Aç olmalısın. Makarna sever misin?" dedim. O an sinirle tezgaha tutunup gözlerimi yumdum. Tabi ki makarna seviyordu! Bunu zaten biliyordum.
Onu ben yazmıştım.
"Evet severim. Sen aç değilsen zahmet etmene gerek yok. Ben idare ederim." dedi. İdare ederim...
Ne zamana kadar idare edeceğini kendisi biliyor muydu acaba? Makarnaları ocağa aldıktan sonra ona döndüm. Masanın karşısına oturmuş, ellerini çenesinin altında birleştirmiş bir şekilde beni izliyordu.
"Sana yardımcı olmak istiyorum. Bari sosunu ben yapsam?" dedi ellerini çenesinin altından çektikten sonra.
Başımı sallayıp karşısındaki uzun sandalyeye oturdum. O da bir açıklama bekliyordu. Ama ben hala delirip delirmediğimi anlayamadan ona nasıl bir açıklama yapabilirdim ki?
Ellerimi masanın üzerinde birleştirip ona baktım. "Bak. Sana nasıl bir açıklama yapabilirim bilmiyorum. Şu an senin gerçek olduğundan bile emin değilim." dedim.
Kaşları şaşkınlıkla kalktı. İşaret parmağıyla kendisini gösterip "Ben mi gerçek değilim?" dedi. Pot kırdığımı anlayınca dudağımı sertçe ısırdım ve başımı salladım.
Baş ve işaret parmağını burnuna götürüp sıktı. O kadar gerçekçi duruyordu ki sadece ona sarılmak ve onu kızdırdığım için özür dilemek istiyordum. Ben makarnalara geri dönerken birden masaya vurdu ve bağırdı.
"O zaman o lanet olsa arkadaşlarını arayıp eve çağır ve beni görüp göremediğini sana söylesinler!" dedi ve tezgahtaki telefonu hışımla bana uzattı. "Al! Alsana! Hadi ara çağır arkadaşlarını! Bunun nasıl çalıştığını bilsem bulduğum ilk kişiyi ben arayacağım ama lanet olsun ki bunun nasıl açıldığını dahi bilmiyorum!" dedi.
Telefonu elinden alıp göğsüme bastırdım. O ise salonda volta atmaya başlamıştı. Telefonun ekranını açıp Michael'ın ismini buldum ve aradım.
İkinci çalışta açtı. "Prenses?" dedi. Saat gecenin dördü olduğunu unutmuştum. Michael da uykusundan yeni uyandığını gösteren homurtular çıkarıyordu.
"Michael sanırım delirdim." dedim. Olanları bir çırpıda ona anlattım. Calum hala salonda ve görebileceğim yerde sinirli bir şekilde bana kızmaya devam ediyordu.
"Gerçek değilmişim! Hah! Kendi gerçek mi acaba?"
Dudağımı sertçe ısırdım. Karakterimin kalbini kırmıştım. En sevdiğim karakterimi çıldırtmak üzereydim.
"Michael?" dedim telefona doğru. Michael sonunda cevap verdi.
"Hiç uyudun mu Felicia?" dedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
War of Hearts
Fanfiction⭐ 2019 Wattys Ödülleri "Hayran Kurgu" kategorisi kazananı ⭐ Kendi hayalinizde oluşturup aşık olduğunuz kişi karşınıza çıksa ne yaparsınız? Felicia Godfrey, başarılı bir genç kurgu yazarıdır. Son yazdığı romanındaki ana karaktere durduramadığı bir aş...