"Neler çevirdiğini bana ne zaman açıklayacaksın?"
Sanki Calum'ın dünyasında birden beliren benim de Calum beni buraya alıştırmaya çalışıyordu. Arabayı kendisi kullanıyordu ve nereye götürdüğünü hala anlamamıştım. Yolları karıştırdığından şüpheleniyordum ama direksiyonu tutuşu ve bakışları o kadar rahattı ki bu düşüncelerimi basitçe savuşturuyordu.
Nereye gittiğimizi öğrenmek için birkaç soru sormuştum ama yine elim boş kalmıştı. Sohbet etmediğim için sıkılıp, güceneceğime ihtimal bile vermeden radyoyu açıp kendi müzik zevkine göre bir yayın bulmuştu. Seslice içimi çekip koltukta arkama yaslandım ve bakışlarımı ondan çektim. O konuşmuyorsa ben de konuşmayacaktım.
Bana baktığını hissettiğimi hiçbir şekilde belli etmeden yolda gördüklerime odaklanmaya çalıştım. Binlerce insan oradan oraya koşturuyordu. Uzaktan bakınca herkesin acelesi varmış gibi duruyordu. Onların arasındayken bu koşturmacanın farkına varmıyordum. Ama uzaktan her şey farklı görünüyordu. İnsanları uzaktan seyretmeyi severdim. Kafede, parkta, pencerede... Kısacası her yerde. Gördüğüm kişilerin neden üzgün olduklarını düşünürdüm. Kendimce onlara senaryo uydururdum. Yazarların en büyük özelliklerinden biri de güçlü bir empatidir, derler. Ne kadar doğru bilmiyorum ama oldum olası empati yeteneğim hakkında güzel yorumlar alırdım.
"Yemek yiyeceğiz. Sonra da seni tanımak istiyorum."
Calum, düşüncelerimden çekip çıkaran bir cümleyle bana cevap verdiğinde bakışlarım ona döndü. O kadar rahat duruyordu ki sanki az önce duyduğum cümleyi kuran kendisi değilmiş gibiydi. Saçları uzun tutamlar halinde alnına dökülmüştü. Kışa inat güneşte yanmış gibi duran kavruk teni dikkatimi çok fazla çekiyordu. Ona odaklanmamak için büyük bir uğraş veriyordum.
Kaşlarımı çatıp, "Anlamadım." dedim. Göz ucuyla bana bakıp gülümsedi ve tekrar yola döndü.
Söylediklerini duyduğumu bildiği için sadece "Yemek yiyeceğiz, demiştim." dedi. Ellerimi birbirine bastırdım ve bacaklarımın arasına aldım. Calum, bu hareketimi üşüme belirtisi olarak algıladı ve klimaya uzandı. Halbuki üşümüyordum. Sadece tepkilerimi dizginlemeye çalışıyordum.
Altta kalmamak için duymamış gibi yapmaya devam ettim. "Onu duydum. Devamında ne demek istediğini anlamadım." dedim.
Calum, klimanın sıcak hava üflediğine emin olduktan sonra elini bacağına koydu ve sağa döndü. Nereye gittiğini anlamaya başlamıştım. Ama buranın adresini nasıl bildiğini anlayamamıştım. Onu daha sonra soracaktım. Tahmin ettiğim yere vardığımız zaman. Hatta ona sormadan tek başıma sorularıma cevap bulmaya çalışmalıydım.
Bir süre daha sessizce yola devam ettik. Soruma cevap vermeyeceğini anlamıştım ama üstelemedim. Zaten yemek yiyene kadar kendime gelemeyecek gibi görünmüyordum. Yemek sırasında, eğer gerçekten de tahmin ettiğim yere gidiyorsak, onu rahatça sorularıma boğabilirdim.
Restoranın park yerine girdiğinde kendi kendine gülümsedi ve boş bir yer bulup arabayı park etti. Şapkamı yeniden başıma geçirirken emniyet kemerimi çözüp ona doğru döndüm. O da arabayı durdurup emniyet kemerini çözdü ve arka koltuğa uzanıp kabanımı aldı. Kabanımı bana uzatırken arabama onun parfüm kokusu doldu. Michael, ona pek çok eşya getirmiş olmalıydı. Yoksa parfüm kokusunun yenilenmesinin pek de imkanı yoktu. Tabi hayat kurgu karakterlere böyle imtiyazlar tanıyorsa o zaman durum değişirdi.
Kabanımı bana uzatırken "Burayı seviyorsundur umarım." dedi ve ekledi. "Sevmesen beni sürekli burada yazmazdın herhalde."
Başımla onu onayladım. "Uzun zamandır gelmiyordum. Michael bile burayı bilmiyor. Ama adresi nasıl buldun?" dedim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
War of Hearts
Fanfiction⭐ 2019 Wattys Ödülleri "Hayran Kurgu" kategorisi kazananı ⭐ Kendi hayalinizde oluşturup aşık olduğunuz kişi karşınıza çıksa ne yaparsınız? Felicia Godfrey, başarılı bir genç kurgu yazarıdır. Son yazdığı romanındaki ana karaktere durduramadığı bir aş...