Yirmi Beşinci Bölüm

1.3K 146 152
                                    

Yazmanın her zaman daha zor olduğunu düşünürdüm. Sonuçta başka insanları yönlendiriyorduk. Bir nevi kukla sanatçısı gibiydik. Karakterler bizim için yaşayan insanlardan farksızdı ama onları da biz etkilerdik. Onlarla birlikte üzülür, onlarla sevinirdik. Aşık olur, ayrılır, kendi yolumuzu bir şekilde bulurduk. Yazarlar çoklu hayatlar yaşardı. Bir hayat bittiğinde öteki başlardı. Gerçi bir yazar için karakterlerinin hayatı hiçbir zaman sona ermezdi. Sadece onları serbest bırakırdık ve artık serbest oldukları için mutlu olduklarını düşünürdük.

Ama aslında yazmak o kadar da zor değilmiş. Zor olan yaşamakmış. Calum ve Faye'i karşı karşıya gördüğümde bu kanıya varmıştım.

Calum ilk kez onu gördüğü halde bu kadar soğukkanlı davranmıştı. Yüzünde onu tanıdığına dair bir mimik dahi oynamamıştı. Normalde böyle davranan taraf her zaman Faye olurdu. Fakat şimdi Faye ona doğru atılmamak için zor duruyordu.

Dan belinden tutuyor olmasa muhtemelen düşündüğüm hamleyi yapardı. Calum, Dan'in elini sıktıktan sonra Faye'i de büyük bir kibarlıkla selamladı. Onun elini dudaklarına dokundurduğunda sanki benim kalbimi parçalıyor gibiydi.

İnsan ayırdığı bir çifti gördüğünde böyle mi olurdu?

"Felicia'nın neden son kitabında böyle kötü bir performans çıkardığı ortada."

Dan, benim hakkımda şahsi bir görüş sundu ve sözlerine devam etti. "Görünüşe göre sevgilisiyle ilgilenirken kitabına fazla zaman ayıramamış."

Tam ona cevap vereceğim sırada "Her zamanki gibi sınırlarını bilmiyorsun. Kaç yaşına geldin hep aynısın." diye bir ses işittik. Arkama bakıp kırmızının en koyu tonuna çevirmiş saçlara sahip olan Michael yanıma gelip kolunu benim belime doladı.

"Amanda gelemiyormuş. Onun yerine beni gönderdi." diye kısa bir açıklama yaptıktan sonra Faye'e kendisini tanıttı. "Merhaba, ben Michael."

Faye, bakışlarını Calum'dan çevirip ona baktı ve samimi bir şekilde gülümsedi. "Faye."

Faye, Michael ile aynı göz rengine sahipti. Michael da bu küçük detayı biliyordu. O sıralar mutlu olmuştu. Fakat şimdi pek de mutlu değil gibiydi. Haksız da sayılmazdı.

Calum, sakince "Geçelim mi?" diye içeriyi işaret ettiğinde başımızı sallayıp içeriye girdik.

Michael, elini belimden çekmeden bana doğru eğilip, "Keşke Rory olsaydı. Neden en sevmediğim karakterin gelir ki?" dedi. Söylediğinde gülümsemeden edemedim. Michael'ın burada olması kendimi biraz daha iyi hissetmeme sebep olmuştu.

Bir iki tane okuyucumun blog siteleri için röportaj verdiğimde Michael sorularla çok ilgilenmişti. Hatta buluşmaya benimle birlikte katılmış ve tüm beğeniyi üzerinde toplamıştı. O sıralar en sevdiğim koyu mavi saçlarına sahipti ve aldığı övgülerden çok memnundu.

Michael'ın en sevdiği röportaj sorusu "Karakterlerinizden bir tanesiyle akşam yemeği yeme hakkına sahip olsanız hangisini tercih edersiniz?" olmuştu. Benim için en zor soru o olmuştu. Michael için ise en kolay soru.

Şimdi o soruyu yaşıyorduk. İkimiz de verdiğimiz cevaplardan farklı insanlarla yemek yiyecektik. Michael da bunu gözünden kaçırmamış olacaktı ki arada sızlanmadan duramıyordu.

Bu arada ben Ed'i seçmiştim. O zamanlar Calum için bir roman yazmaya başlamamıştım. Ama Calum olsaydı da sanırım yine Ed'i seçerdim.

Ama şimdi yanımda Calum ve eski sevgilisi Faye vardı. Yıpratıcı bir gece olacağını hissediyordum.

Calum'dan hala emin olamıyordum. Kendisini frenliyor olabilirdi. Gerçek tepkilerini bize, bana, göstermemeye özen göstereceğini tahmin etmeliydim.

War of HeartsHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin