Yirmi Sekizinci Bölüm

1.4K 137 81
                                    

Yazarlar her zaman olmasa da çoğu zaman yazdıkları karakterlerinin hayatına tam anlamıyla hakim olduklarını zannederler.

Ben de onlardan birisiydim. Hiçbir hata yapmadığımı, artık bu konuda profesyonelce davranmaya başladığımı düşünmüştüm. Gerçekler yüzüme vurulduğunda ise kendimi kaybetmiştim.

Berbat bir yazar olmalıydım. Faye ve Calum da başarısızlığımın canlı kanıtlarıydı. Belki de Tanrı bana ne kadar başarısız olduğumu göstermek için böyle bir yöntemi uygun görmüştü. İşaretler ya da artık adına her ne deniliyorsa.

“Ne zaman fark ettin?” dedim.

Calum yanımda oturduğu yerde kıpırdanıp bir bacağını kırdı ve bana doğru döndü. Alt dudağını ıslattı. Konuşmak için ilk adımı benden beklediğini beden diliyle bana yansıttı. İkimiz de birbirimizden destek bekliyorduk.

“İlk günlerde fark etmemiştim. Daha çok senden nefret etmekle seni öpmek arasında gidip geliyordum.”

Şaşkınlığım sesime yansıdı. “Öpmek mi?”

Başını sallayarak beni onayladı. “Evet. Çok tuhaftı. Beni biliyorsun hemen öyle bir kadından etkilenmem. Ki o sırada hala şoktan çıkamamıştım. Faye ile olmam gerektiğine inanıyordum.”

İlk zamanları düşündüm. Benden safi nefret ediyormuş gibi görünmüştü. Hatta onu Michael'a göndermeyi bile düşünmüştüm. Michael bir nevi yürüyen Çarkıfelek* çiçeğiydi. Duyduklarıma bakılırsa demek ki yine yanılmıştım.

O, anlatmayı bitirene kadar araya girmemeye karar verdim. Benden hiçbir şeyi saklamasını istemiyordum. Aramızda hala aşılmaz bir duvar vardı. Kahvaltı sırasında o duvar aramızda yine bir mesafe oluşmuştu. Sanırım ikimiz de ne yapmamız gerektiğinden emin olamıyorduk. Yakın mı olmalıydık yoksa sadece ev arkadaşı gibi mi davranmalıydık? Bu kararsızlık nedenle de normalde nasılsak öyle davranmaya karar verdik. Sözsüz iletişimle verilmiş bir ortak karardı ama işe de yaramıştı. İkimiz de daha rahattık.

“Seni daha fazla tanımak istediğimi söylediğim gün tam olarak anladığım gündü.”

Beklemediğim cümle Calum'ın dudaklarından döküldüğünde yine şaşkına dönmüştüm. “Arabadaki gecemiz.” diye fısıldarken buldum kendimi. Anılar gözümde bir film şeridi gibi akıyordu. Tek farkı henüz bir sona ulaşmamıştık.

Tepkime karşılık verdiği gülümsemesi kalbimi tekletti. Gerçekleri uzun zaman önce fark etmesi canımı sıkmıştı. Neden bana hemen söylememişti? Ve neden hala tüm cevaplara erişebilmem için beklemem gerekiyordu?

“Çok kızdım, Felicia. Senin karşımda canlı olman hayatın bana yaptığı en büyük adaletsizlikti. Bensiz geçirdiğin onca yıl… Yaşadıklarımızın aslında gerçek olmaması." Derin bir nefes aldı. "Kaldıramayacağım kadar fazlaydı.”

İçimdeki endişe ve korku yüzünden buza dönen  ellerimi kendi sıcak elleri arasında aldı. Onun yatağa gelmeyi reddettiği o günü düşündüm. Tüm evi dondurucu soğukta bıraktığı o geceyi. Onu rahatsız eden şeyin Faye olduğunu düşünmüştüm. Bana bağırdığında ikisini ayırdığım için bana olan nefretini dışa vurduğunu sanmıştım. O gece bana neden Faye'e benzemediğimi sormuştu. Sonra da bana daha yakın davranmaya başlamıştı.

“Ama hala Faye’i seviyordun.” diye fısıldadım. Mağazada onu gördüğünü sandığı gün aklıma geldi. Gerçek aşkın onu bulacağını söylediği zamanı düşündüm. Kafam karışmaya başlamıştı.

“Eh, adil oynamadığımı itiraf etmek zorundayım. O kadın Faye'di. Ve ben o gün sadece senin ortadan kaybolmuş olduğundan endişe etmiştim.” dedi ve ellerimi tutan ellerini daha fazla sıktı.

War of HeartsHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin