Otuzuncu Bölüm

1.4K 128 245
                                    

Çift kişilik yatağımda, yüzlerce renkli yastığa rağmen kendimi fazlasıyla yalnız hissederek oturuyordum. Düşünüyordum. Onsuz hayatım nasıldı? Peki ondan sonraki hayatım nasıl olacaktı?

Michael ilişkilerden nefret eder. Yani kendi ilişkilerinden. O aşık olmayı seviyor. Kendisini canlı tuttuğuna inanıyor.

Bir gün ona nedenini sorduğumda "İlişki aşkla başlar ama sevgiyle devam eder. Sevgi de bağlılığı getirir. Ve bir taraf hep daha fazla bağlanır. Diğeri gitmeyi göze aldığında ne olur dersin? Bam! Uçsuz bucaksız depresyon denizi. Ben bundan korkuyorum. O gittikten sonra bana ne olacağını düşünmekten karşımdakini de yıpratıyorum." demişti.

O zaman ona hak vermemiştim fakat şimdi ona katılıyordum. Bir de kötüyü çağırmak diye bir inanç vardır. Sürekli başına kötü bir şey geleceğini düşündüğünde başına kötü bir şey gelmesi gibi. Ya da "Beni terk edecek." diye düşündüğünde ve bu düşünceni karşındaki kişiye yansıttığında seni terk etmesi gibi.

Bu insanlar "Biliyordum işte." ve bunun gibi cümleleri çok sık kullanırlar.

İtiraf ediyorum ki ne kadar düşünmemeye çalışsam da onun bir gün gideceğini biliyorum. Gitmek zorunda kalacaktı. Geldiğini kontrol edemediği gibi gittiğini de kontrol edemeyecekti. Elinde olsa gitmezdi. Biliyordum. Beni az önce bahsettiğim kişilerden ayıran nokta da buydu. Ben ona güveniyordum. Sevgimizi bir tartının iki ayrı kefesine yerleştirsek onun tarafının ağır geleceğini biliyordum.

Bir diğer düşündüğüm nokta da ayrıldığımızda beni hatırlayıp hatırlamayacağıydı. Onun için ölmüş eski sevgilisi Rainbow olarak kalma ihtimalim yüksekti. Ama beni şu anki halimle hatırlamasını da istiyordum. İmkansızlık dahilindeki her şeyi istiyordum. Zaten bir imkansızı yaşamıyor muyduk?

Calum'ın annemin kitap okumak için kullandığı ama asla kitap okumayıp bir de üstüne üstlük uyuyakaldığı sallanan sandalyede içinin geçmiş olmasını da hala sindirebilmiş değildim.

'Gece yarısı' diye söz vermiştik. Sürekli zihnimde o sahneyi başa sarıyordum ve her seferinde de yanılmadığıma emin oluyordum. Gece yarısı yanıma geleceğini söylemişti. En azından buluşacağımızı söylemişti ama ortada yoktu.

Ortada yoktu demek de doğru olmaz. Kendi odasında uyuyordu. Ona benimle kalmasını teklif etme cesareti bulmuş olmama rağmen beni reddedip odasına yönelmişti. Uyku mahmuru gözleri o an sakin kalmamı sağlamıştı ama şimdi deliye dönüyordum.

Yanına gitsem çok mu aşırıya kaçmış olurum diye düşünüyordum. Ben biraz eski kafalıyımdır. Amanda parmaklarını tırnak işareti yaparak özellikle bu tanımlamayı kullanırdı. Çünkü ilk adımı her zaman karşı taraftan beklerim. Birine ilk adımı atabilmek için ona çok aşık olmak zorundaydım. Tamamen güvenmiş olmalıydım. Onunla bir ömrü geçirmeyi göze almalıydım.

Böyle düşündüğüm için de bir kez bile ilk adımı ben atmamıştım.

Calum'ın yanına gidememe sebeplerimden biri buydu. Beni istememesinden ve zar zor topladığım cesaretimin kırılmasından korkuyordum. Diğeri de yalnız kalmak istediğini düşünmemdi. Çünkü annem yemekte Ashton konusunu açıp hepimizi hazırlıksız yakalamıştı.

Faye, geri gittiklerinde onunla kendisinin birlikte olacağını söylemişti. Ben Calum'a güvenmiştim. Farklı evrenleri sorun etmemiştim.

Ama aynı hisler karşı taraf için geçerli miydi bilmiyordum. Faye, Calum'a benzer cümleler kurmuş olmalıydı.

Annem yanlış bir şey söylememiş olsa da Calum'ın yüzündeki anlık duygu geçişi bu düşüncemi kanıtlar nitelikteydi. Calum, o gittiğinde Ashton ile olma ihtimalimi düşünüyor  olmalıydı. Bu da onun bana tam olarak güvenmediğini gösteriyordu.

War of HeartsHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin