On Sekizinci Bölüm

1.4K 161 115
                                    

Yaptığım konuşmanın detaylarını hatırlamıyordum. Sadece herkesin beğendiğini biliyordum hepsi bu. Çünkü konuşmam boyunca şakağımdaki o nokta yanıp durmuştu. Calum'ın uzanıp birden öptüğü o nokta. Şans öpücüğü yerine gerginlik alma öpücüğü olduğunu söylemişti. Gerginlik almaktan ziyade dikkatimin dağılmasını sağlamıştı. 

Tüm konuşma boyunca tek düşünebildiğim Calum'ın dudaklarının şakağıma yaptığı baskıydı. Ve o kısacık anın etkisinin büyüklüğüydü.

"Harikaydın Felicia."

Elinde tuttuğu bardaktaki suyu bana uzatan Ashton'a bakarak gülümsedim.

"Teşekkür ederim. Ama diğer konuşmacılar benden çok daha iyi iş çıkardı."

Rekabeti seven bir yapım yoktu. Tamam yapabileceğimin en iyisini yapmaya çalışırdım ama insanlara benden daha iyi yazdıkları için kin gütmezdim. Yine de diğer konuşmacıların yaptıkları konuşmaları dinleyince kendimi o kadar fazla beğenmemiştim.

Ashton başını sağa sola sallayarak, "Onlar basmakalıp olan şeylerden bahsettiler. Hepsi özgeçmişini anlatmaktan öteye geçmedi. Bence kendi hayatını anlatmak basite kaçmaktan başka bir şey değil." dedi ve ben onun verdiği suyu içerken sözlerine devam etti.

"Ama sen doğaldın. Hatta yeni yazdığın karakteri nasıl oluşturduğunu anlatman bence efsaneydi. İnsanların hafızasında nasıl yer edineceğini iyi biliyorsun."

Ashton, bugün çok farklı bir kişiliğe bürünmüştü. Sessizdi, düşünceliydi, kibar ve anlayış doluydu. Calum ile beni yan yana gördüğünde bile ses çıkarmamıştı. Hatta yüzündeki tebessüm tamamen samimiyet doluydu. Calum bile onun bu haline şaşırmıştı. Michael da onun bir uyuşturucu altında olduğuna inanıyordu. Bense bir sorun olduğunu düşünüyordum. Bu yüzden öncelik sırama Ashton'ı yerleştirmiştim. Bana ihtiyacı varmış gibi hissediyordum. O yüzden konuşma sıram geçtiğinde soluğu Ashton'ın yanında almıştım.

"Teşekkür ederim, Ashton. Beni her zaman desteklediğiniz için hem sana hem de Michael'a minnettarım."

Ashton, hafifçe tebessüm edip deri ceketini düzeltti ve etrafı gözleriyle tekrar taradı. Gözlerindeki bulutlu bakış çok tanıdıktı. Onun bazı kırılma noktaları oluyordu. Duvarlarını yıktığı dönemleri. O zamanlarda bu bakışı kullanıyordu. Kendisi bundan habersizdi ama işte ben detaylara takılan biriydim. İnsanları himayesi altına almaktan haz almadığını biliyordum. Üzerimde baskı kurduktan sonra ne kadar üzüldüğünü de biliyordum. Belki de bu yüzden onu her seferinde affediyordum.

Genzini temizleyip, "Yemeği biraz öne çeksek senin için bir problem olur mu?" dedi.

Başımı sağa sola sallayıp, göz ucuyla salonun bir diğer köşesinde olan Michael ve Calum'a baktım. İkisi de Calum'ın telefonuna doğru eğilmiş bir şeylere bakıyorlardı. Tahminime göre Michael, Calum'a telefonun yeni özelliklerini kullanmayı öğretiyor gibiydi. Michael teknoloji delisi olduğu için onun dışında kimse öğretme işini hakkıyla yapamazdı.

Ashton'a içten bir tebessüm sunarak, "Yarına ne dersin?" dedim.

Yanımıza çekinerek yaklaşan kıza bakıp gülümsedi. Başını sallayarak teklifimi kabul etti.

"Harika olur. Sanırım artık gitsem iyi olacak. Bana mesaj atarsın."

Kıza tekrar gülümsedi. Ela gözleri bana döndüğünde ona gitmemesini söylemek istedim. Etrafa yaydığı enerji iyi hissettirmiyordu. Sanki onu son görüşüm gibi hissediyordum. Abartıyor da olabilirdim ama Ashton beni çok endişelendirmişti.

Gitmeden önce bana sarılmamıştı. Hatta yanında olduğum zamanlarda hiçbir temasta bulunmamıştı. Ona yakın durmadığım için yakınmamıştı. Ashton benden bir şeyler gizliyordu ve gizlediği şeyler kendisini kemiriyordu.

Onunla görüşmemizin üzerinden fazla bir zaman geçmemişti fakat Ashton son gördüğüme nazaran kilo vermişti. Yüz hatları daha keskin çizgilerle belirginleşmişti. Tıraş olmayı ihmal etmemişti ama yine de kendisine bakmamış gibi görünüyordu. Önümdeki kızın kitabını imzalarken tam olarak bunları düşünüyordum.

"Çok teşekkür ederim. İyi ki yazmaya başlamışsınız. Okuyucularınıza çok şey katıyorsunuz. Eğer siz olmasaydınız seminere gelmeye bile cesaret edemezdim."

En çok katılım gösteren öğrencilerden biri olduğunu geç de olsa fark etmiştim. Çekingen ama cesaretini toplayıp el kaldırabilen güçlü bir kızdı. Ve Ashton onu benden daha önce fark etmişti. O yüzden kıza cesaret verici bir gülümseme sunmuştu.

"Katılan insanların, söz alanların bu kadar fazla olacağını tahmin etmemiştim. Ve inan bana ben de çok gergindim. Ama cesaretimi içimde saklandığı çıkardım. Senin gibi." dedim.

Maria, kitabını bu isimle kendisi için imzalatmıştı, mavi gözleri şaşkınlıkla irileşirken "Benim gibi mi?" dedi.

Başımla onu onayladım. "Yazarlar içinde var olan duyguların açığa çıkmasını sağlar. Bence sana senin içinde olan ama varlığını henüz bilmediğin şeyleri açığa çıkartır. Yoktan yere sana cesaret, güç, merhamet ve mutluluk vermez. Onlar zaten içimizdedir. Bence sen de en az benim kadar güçlüsün, Maria. Hatta benden daha fazla güçlü ve cesur olduğuna eminim."

Maria, açık kahverengi rujla boyamış olduğu dudaklarını ağlama isteğini bastırmak içer gibi birbirine bastırdı. Ama gözleri çoktan sulanmaya başlamıştı.

"Gel sarılalım."

Maria, kitabını sol eline alıp bana kitabının el verdiği ölçüde sarıldı. Bense ona daha sıkı sarıldım. Kendime rol model olarak gördüğüm yazarla tanışma anım benim hayatımın esas başlangıcı olmuştu. Bir milat. Ve artık Maria için de işler eskisinden farklı olacaktı.

"Çok teşekkür ederim. Gerçekten çok mutlu oldum. Söyleyecek bir şey bulamıyorum. Çok heyecanlandım sanırım."

Maria ile bir süre daha konuşup vedalaştıktan sonra Kellan'ın sesini işittim. Onunla mağazadaki tanışma günümüz aklıma geldi. Aradan çok uzun zaman geçmiş gibi hissediyordum.

"Felicia, nihayet seni bulabildim."

Kellan, kollarında taşıdığı kitaplarıyla yanıma geldiğinde şaşkınlıkla gözlerimi açtım. Kellan, kollarında üst üste dizili kitapların arkasından bana görünmeye çalışıyordu. Başaramayınca yana doğru dönüp omzunun üzerinden bana gülümsedi. Uzun, sarı saçlarını kestirmiş ve yukarıya doğru dikleştirmişti.

Önündeki kitap kulesini işaret edip "Buradaki yazarların tüm kitaplarını getirdin sanırım?" dedim.

Yüzü utançla pembeleşti. Bana da kitap imzalatacağı belliydi ama sorduğum soru üzerine utandığını anlamıştım. Parmak eklemlerinin arasına sıkışmış kalemi aldım ve kapağını açtım.

"Umarım benim kitaplarımı da getirmişsindir." dedim.

Yüzünde canlı bir gülümseme oluştu. Başını hızlıca salladı. "Çantama ilk senin kitaplarını koydum." dedi.

Kaşlarımı havaya kaldırıp "Ben valizle geldiğini düşünmüştüm. Bu kitapları çantana nasıl sığdırdığını bana da öğretmelisin." dedim.

"Tabi ki öğretirim. Sadece boşlukları değerlendiriyorum. Toplama sanatı konusunda usta olduğumu gururla dile getirebilirim."

Kellan, ben onun kitaplarını imzalarken diğer kitapları çantasına yerleştirmeye başladı. Çantası büyük değildi ama Hermione'nin sihirli çantası kadar da küçük değildi.

War of HeartsHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin