Michael gelene kadar tüm mağazaları dolaşmıştım. Umutsuzca onu aramıştım. Çoktan gittiğini hissediyor olmama rağmen ayaklarım kendi özgürlüklerini elde etmişlerdi. Onun beni bırakmasına hala inanamıyordum. Sanki bir yerden çıkıp "Ben sana şaka yapmıştım." demesini bekliyordum. Ama ortada bir şaka yoktu. Sadece giden biri vardı ve bu hiç komik değildi.
Michael geldiğinde dinlenme koltuğunda oturmuş ağlamakla ağlamamak arasında gidip geliyordum. Etrafta dolaşan insanları gördükçe ağlama isteğim bastırıyordu ama ağlarsam düşünme yetimi kaybederdim. Düşünme yetimi kaybedersem onu bulmam daha da imkansız bir hal alırdı.
Michael önümde eğilip kollarını dizlerime yerleştirdi. Yeşil irisleri benim üzerimdeydi. İçimi okuduğunu biliyordum ama yine de olanları anlattım. Ben olanları anlatmayı bitirene kadar tek kelime etmedi. Onun da Calum'ın nereye gideceğini düşündüğüne emindim.
"Beni bıraktı ve gitti Michael." diye fısıldadım.
Bazı cümleler yüksek sesle dile getirildiğinde kalbi daha fazla kırıyordu.
"Onu bulacağız merak etme." dedi. Söylediğine inanmak istiyordum ama inanmamıştım. New York gibi bir şehirde telefonsuz ve yol bilmeyen bir adam nasıl bulunabilirdi ki?
"Polise haber verelim." dedim. Sonuçta onlar herkesi bulabiliyordu.
Michael şiddetle başını salladı. "Olmaz. Calum'ın kimliği yok. Bilgilerini isterlerse ya da onu bulurlarsa nasıl bir açıklama yapacağız?" dedi.
Aklım adım adım durma noktasına doğru ilerliyordu. Michael'ı bile nasıl aradığımı hatırlamıyordum. Mantıklı yanım da Calum'la birlikte gitmişti.
Ellerimle yüzümü kapatıp başımı arkaya attım.
"Her şey o kadar anlamsız ki!" dedim. Gitmesi anlamsızdı. Ortaya çıkması anlamsızdı. Bana hiçbir faydası olmadığı gibi hayatımı da çalkalamaya başlamıştı.
Sessiz dünyamın bir anda elimden alınmasına daha ne kadar tahammül edebilirdim bilmiyordum.
Michael ayağa kalkıp elini bana uzattı. "Eve gidelim yoksa burada çıldıracaksın." dedi.
O, eve gelmeyecekse evde olmanın ne anlamı vardı?
Michael'ın elini tuttum ve beni yönlendirmesine izin verdim. Çantamı ve poşetlerimizi o taşıyordu. Şapkamı da nerede bıraktığımı bilmiyordum. Her şey hayatımdan çıkıyordu ve ben buna engel olamıyordum.
"Giderken etrafı da turlarız tamam mı? Sakin ol onu bulacağız."
Michael beni yatıştırmaya çalışıyordu ama üzerimde ağır bir yük vardı. Calum'a karşı kendimi sorumlu hissediyordum. Sanki buraya gelmesinin suçu benmişim gibi.
Üç dilek hakkının birini onun için kullanmış ve diğer hakları elinden alınmış biri gibiydim.
O, bizi bulamayacağı için bizim onu bulmamız gerekiyordu ve bu kocaman şehirde iğne deliği kadar bile yeri yoktu. Kafamı toplayıp düşünmem gerekiyordu.
Tanrıcılık oynadığımı iddia etmişti. Bu iddiasının doğru olması için onu bulabiliyor olmam gerekirdi.
Ben Calum olsam nereye giderdim?
Arabanın içerisinde etrafa bakmaya başladım. Fazla dalgındım ama yine de onu görsem tanırdım. Sonuçta onu ben yazmıştım. Aramızda adını koyamadığım bir bağ vardı. Arkadaşlık ya da aşktan farklı bir bağdı. Bana ihtiyaç duyacağını biliyordum. Bana ihtiyaç duymasını istiyordum.
Çünkü benim ona ihtiyacım vardı.
"Onu bulabilecek tek kişi sensin Felicia. Eve gidince ben kitabı baştan okurken sen de kendine gelmeye çalış. Sonra olabileceği yerleri aramaya başlarız."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
War of Hearts
Fanfiction⭐ 2019 Wattys Ödülleri "Hayran Kurgu" kategorisi kazananı ⭐ Kendi hayalinizde oluşturup aşık olduğunuz kişi karşınıza çıksa ne yaparsınız? Felicia Godfrey, başarılı bir genç kurgu yazarıdır. Son yazdığı romanındaki ana karaktere durduramadığı bir aş...