On Üçüncü Bölüm

1.6K 152 84
                                    

İyi karmanın beni her zaman takip etmeyeceği bilmeliydim. Calum, insanların içine karıştığında kendisini kötü hissedeceğini anlamamış olmak da tamamen benim aptallığımdı.

Çabuk uyum sağladığını düşünmüş olmama rağmen onu insan selinin ortasına atarken hiç tereddüt etmediğini hatırladıkça kendimden nefret ediyordum.

Mağaza bir önceki gittiğimiz mağazaya göre çok daha fazla kalabalık ve büyüktü. Haftanın son iş günü olması yüzünden olabileceğini düşündüğüm bu kalabalık Calum'ın bir anda elimi yakalamasına sebep olmuştu.

Elimi sıkıca tuttuğunda yüzündeki endişeli ifadeye tanık olmuştum. Aramızdaki sene farkı kulağa kolaymış gibi gelse de aslında görmezden gelinemeyecek kadar büyüktü. Zaman atlamasını yaşamayan bizler, bu değişime fark etmeden adapte olabilmiştik. Ama Calum için çok fazla zor olmalıydı.

"İstersen eve gidebiliriz. Filmi evde izleyelim."

Calum, etrafa attığı endişeli bakışlarına bir son verip bana baktı. Bedeni bir yetişkine ait iken içinde bir çocuk barındırıyordu. Annesiyle dışarıya çıktığı son seferde onu kaybeden ve bu korkusu yüzünden şimdi annesinin eline sıkı sıkı yapışan bir çocuk gibi görünüyordu.

O çocuğun yaşadıklarını yaşamıştı. Onu kaybettiğimde yaşadığım paniği ve endişeyi düşündükçe tüylerim ürperiyordu.

"Hayır, eve gitmemize gerek yok. Sadece yanımdan ayrılmazsan memnun olurum."

Başımla onu onaylayıp elini sıktım. Ellerimizin birleşmesine romantik bir düşünce neden olmamış olsa da kendimi umut etmekten alıkoymayı başaramıyordum. Her anında beni yanında tutacağına söz vermişti ve bu sözünü tutmaya devam ediyordu.

Hafızasında daha hangi silip attığım anıları barındırdığını bilmemek en acı verici olanıydı. Beğenmediğim olayları silip değiştirdiğim halde onları bile yaşadığını düşünmesi korkutucuydu. Kaç anısı yarıda kalmıştı, kaçı belirsizlik içindeydi? Aklımda konuyla alakalı bir sürü soru vardı ama dilimin ucuna geldiği halde bu soruları ona soramıyordum. Vereceği tepkiler hala beni endişelendiriyordu. Bazı anlarda bir kurgusal karakter olduğunu unuttuğunu görebiliyordum. Michael, onun bana olan bu yaklaşımının sebebinin onu yazan kişi olduğumdan kaynaklandığını düşünüyordu. Faye, istese de böyle bir yere sahip olamazdı. Yani Mike'a göre.

Bana göre ise bu tamamen olasılık dışıydı. Onu yazan kişi ben olduğum için bana yakın davranıyor olabilirdi, evet. Ama Faye de istese böyle bir yere sahip olabilirdi. Sonuçta bedenine sahip olmayı başaran bir kadından bahsediyorduk. Calum, ruhunu adamadığı kadına bedenini vermeyecek kadar düşünceli bir adamdı.

Sonuç olarak Faye, benden binlerce adım öndeydi. Onları yazanın ben olduğum düşünüldüğünde de aptallığım takdire şayandı. Calum, o dünyadan hiç çıkmayacak gibi yazmıştım. Çünkü çıkmayacaktı. Çıkmamalıydı.

Çıkmış olması ve yanımda elimde tutması doğru değildi. Ortada bizim bilmediğimiz bir plan vardı ve biz ne olduğunu anlamadan o planın içerisine çekilmiştik.

"Ah, Michael'ı aramalısın bence. Beni yayınevine bırakırken onu aramanı söylememi istemişti."

Calum, yan dönüp ellerimizi bırakmadan beni kendisine doğru çevirdi. Yayınevine gelmesinin üzerinden bir gün geçmiş olmasına rağmen bu haberi şimdi verdiğim için ona kızmamı bekliyor olmalıydı. Ama kızmayı düşünmüyordum. Aklımda çok başka sorular vardı. Onu yazan kişinin ben olduğumu bazen unutmam ve ona kapılmam gibi. Ve tabi onun başka bir kadına aşık olması gibi.

"Tamam arayayım. Bu arada sen ne yiyeceğimizi düşün." dedim.

Calum'ın sabah gerginliğimi alması için arabanın içinde gizlediği iki kutu çilekli sütü de yol boyunca içtiğim için kendimi o kadar da aç hissetmiyordum. Bana ayırdığı çilekli sütümün yarısını kendisi de içmişti. Artık özel eşyalarımızı paylaşma işini aşırıya kaçırdığımızın bilincindeydim. Paylaşmak bana zor gelmezdi. Michael bir nevi erkek kardeşim olduğu için onunla pek çok eşyamı paylaşırdım. Ama Calum ile çok farklıydı. Özel hissediyordum ama o kadar özel değil gibi görünüyordu. Doğal davranıyor gibiydi.

War of HeartsHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin