24

3.6K 146 0
                                    

Derler ki insanların yaşama merhaba dedikleri an, aldıkları ilk nefesmiş. Ama Lucas’ın hayatının başlangıcı aldığı ilk nefes değildi... Nefesinin kesildiği zamandı. Yıllar önce onu ilk gördüğü an nefesi kesilmişti. Hayatının başlangıcı o andı.

Bunu Asya’nın gitmesine izin verdikten sonra daha iyi anlamıştı. Onun aşkına sahip olabilmek için onu özgür bırakması gerektiğinin farkındaydı ama ondan ayrı kaldığı şu iki günde bile onun özlemi içini kavurmaya başlamıştı. Onunla tanıştıkları o ilk anı hatırladı.

Sabaha karşı yine bir kızın yanından evine dönerken yan binasında havanın soğukluğuna inat üzerindeki ince geceliği ile kollarını açmış yeni günü karşılayan kızı görünce bir anda nefesi kesilmişti. Bir kızın makyajsız bu kadar güzel görüneceğini tahmin etmezdi. Sokağın ortasında dikilip kız odasından içeri girene kadar öylece kala kalmıştı. Eve gidip kendisine çeki düzen verdikten sonra koşarak kızın kapısını çalmıştı. Kapıyı başka bir kız açtığında ise ‘acaba hayal mi gördüm?’ diye düşünmüştü. ‘Tornavidanız var mı?’ gibi saçma bir soru sorup olumsuz cevap almış geri dönmüş evine ilerleyecekken elinde market poşetleri ile dönen o güzelliği fark etmişti. O an zamanlama yüzünden kendine bir küfür savurmuştu.

Kızlar bahçede kahvaltı masası hazırlarken o da kendi evinin camından gizlice onları izliyordu. Ertesi sabah bahçesine çıkıp etrafı temizleme bahanesi ile onu yakından gözlemlemeye başlamıştı. Anlamadığı dilde bir müzik mırıldanıyordu. Arkadaşı Marvin’i arayıp onu çağırmış ve kaydettiği sesi dinletmişti. Arkadaşından “Manyak mısın? Artık milletin sesini mi kaydetmeye başladın?” diye bir azar yesene yine de “hangi dil biliyor musun?” demeyi de ihmal etmemişti. Marvin birkaç arkadaşına soruşturduktan sonra Türkçe olduğunu anlamış ve böylece Lucas’ın Türkçe öğrenme macerası başlamıştı.

Her sabah kızların kapısının önüne bahçesinden kopardığı beyaz gül bir koymaya başladı. 2 haftanın sonunda yine bir gül koymaya gittiği sırada paspasın üzerinde ‘Rose boy’ yazılı bir kâğıt bulmuştu içerisinde “bahçende gül kalmayacak Lucas” yazıyordu. O an gülümsemesine engel olamamıştı. Güller ile bir yere varamayacağını anlamıştı. Sonrasında bisikleti ile çeşitli hareketler yaparak kızın dikkati çekmeye çalıştı ama onda da başarılı olamadı.

Öğrendiği yarım yamalak Türkçe ile şansını denemeye karar verdi. Bahçesinde müzik mırıldanırken kız çite yaklaşıp “Sende Türk müsün?“ dediğinde çabalamasının boşuna olmadığına sevinmişti.  “Değilim. Ama dili öğrenmeye çalışıyorum” demişti. “İstersen yardımcı olabilirim. Bende sadece İngilizce konuşmaktan sıkılmıştım” deyip gülümsediğinde anlamıştı. Aşkın, insanın kendini teslim etmesi değil, kendisini kaybetmesi olduğunu. İnsan sadece bir bakışa, bir gülüşe âşık olabiliyorsa o da olmuştu.  

Kıza duygularını ne kadar belli ederse etsin bir cevap alamamıştı. Aynı okulda, yan yana evlerde oturmalarına rağmen sanki birbirlerinden milyarlarca yıl uzaktaymış gibilerdi. Kızın bir yarası vardı. Ve o yara geride sadece iz olarak kalana kadar kimseyi hayatına almayacağı belliydi. Kızdan göremediği sevgiyi başkalarında aramaya başladı. Bu olay dedesinin dikkatini çekince ona 3 yıldır içinde büyüttüğü aşkını anlattı. Böylece dede torun bir oyuna giriştiler.

“Dedem evlenmem için baskı yapıyor? Bana yardım et, ne olur?” dediğinde Asya bir an şaşırmış ve “Ben nasıl yardımcı olabilirim?” demişti. “Bir ilişkin yok ve olmasını istemiyorsun? Benim üzerimde hak da iddia etmezsin. Benim için ideal adaysın” dediğinde kızın ağzı açık kalmıştı. “Oyun oynayacağız yani. Hem de yaşlı bir adama karşı” demişti. “Bir süreliğine, aile arasında” deyip onu ikna etmişti.

Okul bittiğinde Asya’yı yanından ayırmak istemediğinden onu kendi yayınevlerinde çalışmaya ikna etmişti. Küçük jestlerle, ufak dokunuşlarla onu kendine bağlamak için 4 yıl boyunca çabalayıp durmuş ailesi ile her hafta sonu birlikte olmak adına etkinlikler düzenleyip bir an yanından ayırmamıştı. Ama yine de aşkına sahip olamamıştı. Beyni “Vazgeç. Sevmiyor seni” diye haykırsa da kalbi “Belki bir gün sever” diyerek onu kandırıyordu.

"Sevmekle ilgili çoğu insan ne bilirdi ki? Elde etmek için hiç hile yapmak zorunda kalmamışlarsa..." Lucas sevmişti. Hem de kendisini arkadaştan öte görmediğini her fırsatta dile getiren bir kızı, her haliyle aklını başından alan bir kızı. Bu nişanlılık yalanına öyle inanmıştı ki. Artık yalan olduğunu unutmuştu. Yalanların en kötü tarafı buydu herhalde. Onlara inanmanın fazlasıyla kolay olması. Söz konusu yalanları kendiniz söylemiş olsanız bile. Belki de bilhassa kendiniz söylemişseniz... 

Şimdi onu görmek istiyordu. “Beni sev ya da sevme ama ne olur yanımda ol” demek istiyordu. Onunla yan yana oturup bir Fransız filmi izlemek istiyordu. Asya’nın zaafıydı bu. Fransız filmi gördüğü dakika esnemeye başlar ve en geç beş dakika sonra başını ona yaslar ve uyurdu. Lucas ise bu süre boyunca onu izler. Onun o güzel kokusunu içine çekerdi. Onunla bisikletlerine atlayıp mahalle aralarında dolaşmak istiyordu. Ellerinde kahveleriyle balkonda oturup sohbet etmek istiyordu. Bunların hiç birini yapamazdı. Sakin olmalı ilk olarak onun aramalısı beklemeliydi. Ne kadar zor olsa da…

Hala UnutamadımHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin