ortalık mı karışacak!

6.1K 166 0
                                    

Pazartesi sorunsuz geçti. Sonra ki günlerde. Ev- iş – okul arasında fazla düşünmeden dolaşıp durdum haftalar boyunca. Murat ve Aynur ikilisini görmemek için özel çaba sarfettim. Hele hele o sinsi Aynur’ un Murat’ la sarmaş dolaş yanımdan geçerken sinsi sinsi bakmasını görmekten nefret ettim. Şeytan diyor ki geçir kafasına bir kova yağlı boya. Kazıtsın süpürge saçlarını. Gudubet. Bu kelimeyi de Tuğba’ dan öğrendim : D çok şey öğrendim bu gazetecilik işinde. Kim nerede benden sorulur artık. Özlem’ le gıybetin dibini görüyoruz bazen.
İşyeri çok eğlenceli. Serdar Beye rağmen hem de. Bazen çay falan istiyor götürüyorum. Birkaç kere yazı işi verdi. Bir keresinde temize çekmemi istediği bir yazı vardı, hazırladım odasına gittim. Masaya bıraktım.
- Eee dedi?
- Eee derken, yazı istedi siz Serdar Bey,
- Ben böyle mi istedim? Hani resimler?
- Siz demedi resim?
- Resimsiz haber olur mu sevgili “stajyer”
- Bilmiyorum
- Tuğba’ ya git o anlatsın.
Tıs tıs çıktım odadan. Yani dövse daha iyiydi, o suratı görünce iki gün karşılaşmamak için serviste köşe kapmaca oynadım. Ne zaman gelse veya odadan çıksa mutfağa kaçtım.
Vizeler geçtikten sonra birkaç gün yurttan dışarı çıkmadım. Dinlendim, iyi geldi. Kendimi daha dinamik hissediyordum. İş yerinde de daha keyifliydim. O hafta Pazar günü erken gittim. Daha kimse gelmemişti. Çayı demledim- ilk gelen çayı demler -  kural 1-
Sonradan öğrendiğim şeylerden biri; serviste çalışanlar haftalık izinlerini hafta içi farklı günlerde alırlarmış. Mesela Tuğba, Salı günleri izinli. Erkek arkadaşı o gün izinli olduğu için salıyı tercih etmiş. Diğerleri de öyle. Bazen değişebilir dediler. Çok iş olmazsa pazartesileri gelmeyebileceğimi söylediler. Şimdilik geliyorum. Seviyorum çalışmayı. Yaza ne kaldı zaten. Haziran gibi İstanbul’ a dönerim zaten. Sonra Monaco, Bali falan takılırım.  Aslında benim düşüncem yok ama annem söyledi. Öyle planlamışlar yaz tatilimi. Oysa burada olmayı tercih ederdim.
Bilgisayarı açtım ne yapsam diye bakınırken bizim fırtına, ofisten bir hışımla geldi geçti yine odasına. Alıştım artık bir olay varsa ya da kızgınsa ya da dalgınsa falan yani aslında her zaman sayılır, odasına yıldırım hızıyla gider.
O yüzden çok umursamadım. Birazdan Orhan abi gelir, söylerim, O da gider gazını alır. Bugün Pazar, saat 09:00 a kadar izinleri var.
Masanın üzerindeki evraklar çok dağınık geldi gözüme. Neyi nereye koysam diye bakınırken Serdar Bey, kapıyı açtı, sinirli sinirli odaya tekrar bakındı.
- Nerede herkes? Daha gelen olmadı mı?
- Hayır Serdar Bey, (saat daha 8:15)
Elinde telefon birilerini aradı, anladığım kadarıyla Orhan abiyle konuştu. Neredesin dedi ama aldığı cevaba sevinmediğine göre daha Orhan abi yakınlarda bile değil.

Ne oldu ki bu kadar önemli?

Telefonu, masasının üzerine fırlattığını gördüm. Odasına gitsem mi? Yok yok, fırtınaya bulaşmaya gelmez, girdabı çeker. Ne oluuurrr ne olmaz.
Elbette sen kaçsan bile fırtınanın seni bulmayacağının garantisi yok. Serdar Bey odadan çıktı, elinde Orhan abinin fotoğraf makinası vardı. “sen biliyor musun bunu kullanmayı” dedi. “birkaç kere denemiştim” dedim. “yapacak bir şey yok, sende geliyorsun. Hazırlan” dedi. Ne olduğunu anlayamadan Serdar Beyin arabasına binmiştik bile. Nasıl montumu, çantamı alıp arkasına takıldım bilmiyorum. Asıl garip olan soru bile soramamamdı. Koşulsuz itaat ediyordum resmen. Niye? Bilmiyorum. Ama Serdar Bey yapıyorsa yanlış bir şey yoktur diye düşünüyordum galiba. Hangi ara güvendim ben bu adama. Bir ara, galiba.
Arabayı son sürat kullanıyordu. Bilmediğim yerlere geldik ama nereye? Arabayı park edip etrafa dikkatlice bakınmaya başladı. Bu kadar tenha yerde bu kadar gizemli ne işimiz olabilirdi? Baştan ayağa esrarlı bu adam. Kaskatı oldum stresten.
Şehrin oldukça dışındaydık. Yakınlarda gecekondu tarzında yıkık dökük evler vardı. Köy gibi bir yer ama değil. İnekler, tavuklar falan etrafta dolanıyor. Serdar Beyin arabası, çok lüks bir şey olmadığı için ortama uyum sağlıyordu. Pazar sabahı daha etrafımızda gezinen tavuklar bile uyanamamışken bizim burada işimiz neydi? Meraktan çatlamak üzereydim. Soru da soramıyorum. Bu yüzden size soruyorum niye geldik bir buraya?
Serdar bey saatine baktıktan sonra “ hadi çıkalım, beni takip et” dedi. Arabadan sessizce çıktık. Yan sokakta evlerden birinin bahçesinin yüksek duvarının arkasına saklandık. İlerdeki evlerden birinin yanında ahır gibi bir bina vardı. Yani eskiliğinden demiyorum, gerçekten ahır gibi bir yerdi. Samanlar kapının önündeydi. Sıkı sıkı kapatılmış koca camları, tahtadan bir kapısı vardı.
Ahırın önüne kamyon yanaştı. Arkası kapalı olduğu için içinde olduğunu göremiyordum. Serdar Bey:
- Hazırla makineyi, video ayarına getir,
Diye emir verdi.
- Tamam dedim (iyiyim ya bende, sağol, sabahtan bu yana halimi hatırımı sordun ne mutlu olduuuum ne mutlu ya)
- Birazdan ortalık karışacak, yapabileceğinin en iyisini yap. Yapabilirsin değil mi?
- Evet, ( Fransa’ da profesyonel fotoğrafçılık kursuna gittiğimi söylesem mi? Cık. Burada asıl önemli olan “ortalık mı karışacak!!!” )
- Tamam, o halde, bak şimdi birazdan polis gelecek endişelenme. Senden sadece çekim yapmanı istiyorum. Birde kendine dikkat et!
- Tamam (dikkat mi edeyim? Ne olacak birazdan burada? Polis!!! Umarım gözaltına alınmam yoksa asıl babamla başım belada demektir)
- Aç makinayı başlıyoruz

Kamerayı odakladım kamyona doğru. O sırada kamyonun kasası açıldı. Ete benzeyen, garip  renkli garip şeyler el arabalarında taşınmaya başlamıştı. Bu esnada ortalığa inanılmaz bir koku yayılmaya başladı. Etrafta kedi leşi falan mı var? Tam yerini bulmuşuz.

Serdar Bey, elinde fotoğraf makinası ile ardarda fotoğraf çekmeye başlamıştı bile. Bir ara Serdar bey bana eliyle evin arka tarafını işaret etti. Duvarının arkasına saklandığımız evin yan tarafında küçük bir aralık vardı. O tarafa doğru ilerledik. Artık daha da yakınlaşmıştık. O sırada etrafta gezinen kabadayı kılıklı adamlar etrafa emirler yağdırıp duruyordu. Çekim sırasında hepsinin belinde silah olduğunu anlamıştım. Serdar Beye elimi silah gibi yaparak adamların silahlı olduklarını anlatmaya çalıştım. Emin misin dedi, Evet dedim. Nede olsa babam esnaf, sattığı malı bilmez miyim demedim tabii. Yıllardır her gördüğüm erkeğin belinde görmeye alıştığım, ama yakın zamana kadar sorgulamadığım o metal soğuk nesneyi nerede görsem tanırdım. Fransa’ da babamın zoruyla gittiğim atış kurslarında her atış taliminde başka bir silahla antrenman yapmış, hepsinin özelliğini tek tek öğrenmiştim. Neden bu kadar kanıksamıştım ki bu nesneyi ben?
Bir yandan bunlar yıldırım hızıyla aklımdan geçerken diğer yandan çekim yapmaya devam ediyordum. Oldukça yakındık adamlara ama evin kuytusu o kadar korunaklıydı ki bizi fark etmemişlerdi bile. Kendimi o kadar kaptırmıştım ki koca taşı görmemiştim. Taşa takılmamla yere kapaklanmam bir oldu. Tabii tangur tungur düşünce adamların dikkatini çekmemem mucize oldurdu. Mucize olmadı. Adamlar beni görünce silahlarına davrandılar hemen ama Serdar Bey o kadar ani hareket etti ki beni hemen kenara çekti. Kamera orada kalmıştı. Adamlardan biri;
- Kimsiniz? Çıkın çabuk yoksa sizin için iyi olmaz,
Diye bağırdı. Eyvah dedim içimden. Yandık. Serdar bey,
- Tamam beyler sakin, kötü bir niyetimiz yoktu.
- Hele bir çıkın ortaya biz karar veririz ona
- Tamam, ben geleceğim şimdi silahsızım, dedi Serdar Bey o sırada eliyle bana kalmamı işaret etti.
- Ama Serdar Bey olmaz gidemezsiniz,
- Kapa çeneni, adamlar gördü başka çaremiz yok
Bize bağıran adamın ayak sesleri yakınlaşmıştı. Serdar Bey, kamerayı bana uzattı “sakla” diye fısıldadı. İki eli havada dışarı çıktı. O sırada adamın elinde silahı O na doğrulttuğunu gördüm. Bir şeyler yapmam lazımdı ama ne? Ortalıkta kimseler gözükmüyordu. Gözükse bile ne çare? Bu adamlar belli ki sağlam pabuç değillerdi. Kimse yardımımıza gelemezdi. Aman Allah’ım ya Serdar Bey’ e bir şey olursa? Babamı arasam  o bir şey yapabilir miydi ki ? O ulaşana kadar biz çoktan toprağın altına girerdik bile. En fazla intikamımızı alır, adamları da yan tarafımıza gömerdi. Bir şey yapmalıydım ama ne?

Serdar Bey yavaş adımlarla adama yaklaştı. Adam;
- Hayırdır yiğidim, manitanla sabahın bu saatini mi buldunuz?
- Aaa evet abi naparsın abisi kızıyor, onlar uyurken kaçtık bizde
(Manita? Abisi? Kaçmak? ne anlatıyor bu ya? )
- Sana göre küçük değil mi  aslanım ?
- Yok abi, biraz minyon sadece. Hem reşidiz biz
- o kamera neyin nesi bakiyim
- eeee anlarsın işte
- ne anlayacam ulan çocuk mu var karşınızda? Kimsiniz lan çabuk söyleyin, deşerim sizi!
- Abi bak sakin olalım.
- O kız gelsin bir bakiyim o zaman konuşuruz senle. Çenen açılır belki.
- Abi kızın bir suçu yok, derdin varsa benle konuş.
- Vayyy kahraman mı olmak istiyon len?
- Abi bak kızın suçu yok, garibanın teki. Ne yaptıysa ben istedim diye yaptı. Daha ne olduğunu bile anlamadı zaten. Anlamaz bu işlerden. Saf bir öğrenci işte.
- He he tabii çok duyduk bu lafları

Ben bunları dinlerken bir yandan da ne yapmam gerektiğini düşünüyordum. Adamın görüş açıma girmesiyle ne düşüneceğimi şaşırdım. Kafamı kaldırdığımda adam silahını doğrultmuş karşımda dikiliyordu. Ellerimi kaldırdım, kuzu kuzu açığa çıktım. Korkudan kafamı bile kaldıramıyordum. Etrafta da benzer birkaç adamın bize doğru yaklaştığını farkettim. Eyvah işler karışıyordu. Serdar beyle göz göze geldik. Birkaç adım atarak bana yaklaştı. O anda ona sarılıp saklanmak istedim. Beni korumasını istedim. Ama tek yapabildiğim ona doğru birkaç adım atabilmekti. Bu sayede oldukça yakınlaştık. Serdar Bey, son adımıyla adamla arama girmişti. Kimdi bu adamlar?

O sırada hayatımızı kurtaran sesi duyduk. Allah’ ım bir bu kadar tiz bir ses bu kadar mutlu eder mi insanı? Yaşasın polisler aynı filmlerde ki gibi hissettim kendimi. Polis arabaları yoldan gelmeye başlayınca adamlar bizi unutup arabalarına koştular. Bizi yakalayan adam Serdar Beye dönüp;
- Bunu unutmayacam, kimsin bilmiyorum ama bunun intikamını alacam senden
Diye bağırarak arabaya bindi gitti. Eyvah dedim ayaklarımın bağı çözüldü kim bilir Serdar Bey nasıl olmuştur diye bir bakayım dedim adam almış fotoğraf makinasını fotoğraf çekmeye devam ediyor. Hayır, yani sen az önce tehdit aldın, başına silah dayandı hiç mi umursamadın? Nasıl bir psikoloji? Ölüm tehdidi alırken bir insan fotoğraf makinasını bulup fotoğraf çeker mi? Söz konusu Serdar Beyse çekermiş. Her gün beni şaşırtmak zorunda galiba. İlginç bir insan.
Bu arada ben rüyadan uyanır gibi içimden “süvariler geldi, süvariler geldi” çığlıkları atmaya başladım.
Polis arabaları etrafımızı çevirmeye başladığında o sevincim garip ve tanıdık bir duyguya dönüştü: Korku
Polis demek ifademin alınması demekti. İsmimin kayıtlara girmesi her koşulda bizimkilere haber uçması demekti. Bu da babamın beni okuldan alıp dünyanın başka bir ucuna okumaya göndermesi için iyi bir sebepti. Sıvışsam mı köşeden? Offf bu kedi leşi neredeyse burnumda kokusu varken düşünemiyorum. Beynim durdu sanki.
-oooo kahraman gazetecimiz de buradaymış. Foto şipşak hoş geldin

Bu kim şimdi? Fotoşipşak kim? Arkamı dönüp gelene baktım. Kot pantolon, kot ceket giymiş, uzun boylu sarışın bir adam. Baktım Serdar Beye elini uzatıyor tokalaşmak için. Fotoşipşak bizim Serdar Bey mi yani? Kim bu adam, samimiler herhalde derken Serdar Beyin yüzündeki ifadeyi gördüm. Şöyle özetleyeyim: Sende nereden çıktın?

Elindeki telsizden polis olduğunu anladığım adam soğuk bir şekilde konuştular. Bu arada usulca kaçmam gerektiğini düşündüm ve arabamızı aradım. Bu esnada polisin Serdar Beye:
- Yine herkesten önce gelmişsin. Şu işe bak ne garip değil mi?
- Yani?
- Yanisi gasteci bu ilk değil, her baskın öncesi nereden haber alıyorsun bilmiyorum ama sende orada oluyorsun.
- Yani??? İşimi yapıyorum.
- İşini yap, yapma diyen yok ama nereden haber alıyorsun?
- Kaynaklarım var, gizli
- Kaynağım gizli meselesi ha. Bak Serdar, çok sık karşıma çıkıyorsun.
- Bak Kenan derdini bilmiyorum ama ne operasyonlarınıza ne size zararım var.
- Zarar mı? Sen ve zarar? Bu iki kelime yan yana garip değil mi?
- Geçmişi hatırlatma yine Kenan. Kapandı o mevzu
- Hiç bir şey kapanmadı Serdar.
Ne konuşuyor bunlar, ne zararı. Serdar Bey de mi suçlu? Yok canım.
Koşarcasına arabaya bindim. Serdar Bey de, sinirli sinirli geldi. Arabanın gazına basmasıyla fırladık resmen. Biraz zaman geçti. Çevre yoluna çıkmıştık artık. Araba normal hızındaydı. Konuşmaya cesaret bile edemedim başta ama sormak zorundaydım:
- Orada neler oldu?
- Dışarda yemek yer misin?
- Aç değilim(yemek vakti mi şimdi, kedi kokusundan kurtulduğuma seviniyorum ben)
- Aç olup olmadığını sormadım, dışarda yemek yer misin?
- Evet
- Güvenmediğin yerde yememen gerektiğini gördün az önce.
- Anlamadı ben
- O taşınanlar bozuk etlerdi. İnsanlara satacaklardı.
- O koku ondan mı geliyordu? Ben kedi öldü sandı.
- Ne kedisi.. ama olabilir. Kedi, köpek, domuz..
- Ne olmuş onlara?
- Şu olmuş Nurgül, bu adamlar bu etleri merdiven altı üreticilere, garibanlara falan satacaklardı. İnsanlar da bunu yiyecekti. Sadece ucuz yerlere değil. Sosyetik görülen yerlerde de.
- İnanmıyorum. Ama kokusu bile o kadar uzakken berbattı. Yenmez.
- Yenir. Baharatlarla soslarla çok güzel yediriyorlar. O yüzden her yerde yeme. Ya da kendin yap
- Tamam
Tamam dememle kahkahayı patlattı. Ne garip bir adam az önce sinirden kıpkırmızı olmuştu.
- Tamam mı? Çok iyi ya. Yemek yapmayı biliyor musun sen?
- Yok
- Evde kaldın kız sen. Kimse almaz seni ben söyleyeyim.
- Almasınlar önemli mi?
- Görürüm ben seni. Öyle diyenlerin hepsi düğüne üç gün kala anasına kuru fasulye öğretmesi için yalvarır.
Benim anam bilmez kuru fasulye. Keleş kullanır o olur mu? Onu kullanmasını öğretti ama canım anam benim, garip anam.

NURGÜLHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin