Biliyorum Tanrı'ya aitsin sen,
Gözlerinde cennete ait bir dinginlik var,
Dudaklarında cehennemi bir vakar.
Ve her göz göze gelişimizde,
Kaptan kaba dökülen bir kadim zaman şarabı gibi,
Yüreğim yüreğine akar.
Tarifi mümkünsüz bir duygudur bu,
İlahi bir fıçıda mayalanmıştır çünkü.
Çünkü, Ferhatlar, Keremler, Yusuflar,
Birce tebessüm devşirmek için,
Sevgililerinin gül yüzlerinden,
Bir umut medet ararlar dizelerimde,
Yaklaşamamışken henüz, yazdığım tek bir harfle bile,
Seni nasıl sevdiğime.
Ki, intihara meyleder kalemim,
Acze düşünce karşında,
Yırtar, paralar kendini.
Ve revan eyler mürekkebî kanını.
Bilemezler ki,
Bu sefil, bu yıkık, bu nafile,
Bu hayın, bu yürek kurutan aşk,
Yerle yeksan eder beni de.
Tutup elimden kaldırırlar ama sonra.
Beraber dağı delmeye gideriz,
Amele dururuz Ferhat'a,
Sonra, Mecnunla yarenlik ederiz çöl seraplarının koynunda.
Kör kuyularda kayboluruz, Yusuf'un narına.
Bir tek tepemizdeki dolunay bilir yerimizi,
Susar tevekkülle.
Ve ben anlarım, bir vahiyle aydınlanmışçasına,
Ferhat,
Âşık olmamış meğer.
Aşk, Ferhat olmuş, Mecnun olmuş sonra,
Yusuf olmuş.
Ve nihayetinde ben de,
Âşık olmamışım ki sana.
Ben, sen olmuşum,
Sen de ben ol diye,
Sen de,
Ben ol,
Diye...