Dokuzuncu Bölüm

4.9K 475 233
                                    

Gün içinde geçmiş olsun ziyaretine birkaç komşu geliyor. Karşılarına bütün yaralarımı makyajla kamufle edip çıkınca sönmüş balona dönen hevesleriyle geri dönüyorlar. Züleyha hanımlar da bir ara uğruyor, olaylar yaşanırken evde bile olmadıklarından bahsediyorlar. Çarşıdan dönünce karışık bir mahalleyle karşılaşmışlar, hâlâ bir parça şaşkın oldukları yüzlerinden okunuyor. Onlara olan biteni anlattığımda, Züleyha hanım bana aklımdan zorum varmış gibi bakıyor.

"Akıllı gibi görünüp delilik mi yapıyorsun kızım sen? Canının kıymeti yok mu senin?" Diye paylayınca teyzem de ona eşlik ediyor ve uzun dakikalar boyunca onlardan nasihat dinliyorum. Kalkmaya hazırlandıklarında teyzem, Züleyha hanımları yarın akşam yemeğine davet ediyor. Daveti kabul edip ayrılıyorlar.

Öğlene doğru okula gidip raporumu bırakıyor, iş yerinden iki gün izin alıyorum. Eve geri dönmeyi düşünürken Eşref mesaj atıyor, "Dersim yeni bitti, Nisa bana seni çok bunalttıklarını söyledi. Biraz hava almak ister misin?"
Teklifine balıklama atlıyorum.

Onunla buluşma fikri yanaklarımı kızartıyor. Neden bilmiyorum ama sanki eski Zühre ve Eşref değil buluşan. Belki de açık seçik konuşulduğu için her şey, belki de ondan gelen talebi daha iyi kavramış olduğumdan bu kadar heyecanlıyım.

Kıbrıs şehitleri caddesinde buluşuyoruz. Onun da benim kadar heyecanlı olduğunu görmek biraz olsun rahatlamamı sağlıyor. Bir pizzacı da oturuyoruz, güzelce karnımızı doyuruyoruz. İlk defa tanışıyor gibiyiz, saatler su gibi akıp gidiyor.

Onun vakur duruşunu, uzun kirpiklerinin altındaki çöl yatağını izliyorum uzun uzun. Hoşuna gidecek bir söz ağzımdan çıkacak olsa mahçup bir şekilde gülümseyerek başını eğmesini ve tevazu içinde ona ait bütün güzellikleri çabucak değersizleştirmesini seyrediyorum. Bazen uzun uzun bana bakıyor, bakışlarına karşılık verecek olsam tebessüm edip başını çeviriyor. Söylediklerimi sabırla dinliyor, ters bir laf edecek olsam bile, kaşları çatılsa da hemen karşıt görüş bildirmiyor. Konuşmanın bitiminde beni incitmemeye çalışarak ne düşündüğünü belirtiyor. Oysa ben onun kadar sabırlı değilim. İzah etmek ona rastlayana dek pek bildiğim usül de değildi. Ben kendimi birine anlatmayı, kalbimi birine açmayı onunla öğrendim.

Çayına üç şeker atıyor, çayını kısaca karıştırıp şekerin birazının bardağın dibine çökmesini umursamıyor. Çayı soğuk içmeyi sevmiyor mesela, dumanı tüterken bitiriveriyor. Tatlıyla arasının olmadığını öğreniyorum, ama hamur işlerini çok sevdiğini... 

En çok şiir kitapları olduğunu söylese de, en sevdiği kitabı sorduğumda İnce Memed serisi üzerine uzun uzun methiyeler diziyor. Mevzu müziğe geldiğinde, babacan tavırla bir çocuğun başını okşar gibi anıyor bütün sevdiği telli enstrumanları. Hatta farkında olmadan parmakları masanın üzerinde teller varmışcasına kıpırdanıp duruyor.

Duruşunda bir asalet var hep. Edep ve adap konusunda çok iyi örnekleri olmuş Eşref'in. Adam dediğin böyle davranmalı, şöyle oturmalı, şöyle giyinmeli demiş sanki biri ona... Ve en iyi hali böyle olur der gibi giyinmiş o da bütün öğütleri üzerine.

Etrafıyla çok ilgilenmiyor gibi duruyor, ama nasıl oturduğuna, benim nasıl oturduğuma, hatta masada ellerimizin nasıl durduğuna bile dikkat ettiğini fark ediyorum.

Benimle ilgili en gereksiz detayı bile gözden kaçırmayışına tav alıyorum en çok. Hesabı ödediğim için oldukça sinirli olduğu bir anda, gitmeye hazır bir şekilde beni beklerken, sandalyemin ucuna asmış olduğum çantayı almaya çalışıyorum telaşla. Sandalyeyi biraz yerinden oynatıp istemeden bir gürültü koparıyorum.

Çatık kaşlı olmasına rağmen, benden önce çantamı alırken bir yandan da  sapını başımdan geçirmemi sağlayıp, askının altında kalan saçlarımı da kurtarıp omuzlarıma salıyor.
Sonra elimden tutup beni kapıya yönlendiriyor.

NamusHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin