On üçüncü Bölüm

3.9K 437 146
                                    

Eşref pencere çiçeğiydi, güneş isterdi, güzelce sergilenmek... Ben pencerelerime tuğlalar ördüreli yıllar oluyor. Buna rağmen aldım onu, evimin en güzel köşesine koydum. Olmadı, her gelen solar bu çiçek dedi, büker boynunu dedi. Gözlerimin önünde solmasına gönlüm razı gelmedi, kıyamadım... Aldığım yere iade ettim ben de onu. Evimin ona ayırdığım köşesi güneş almıyordu ya, artık O da kokmuyor...

Bir kelepçe olarak gördüğüm, aslında bağlılık sembolü olan basit bir yüzük nasıl kalbimi bu kadar çok kırabilir? Onun gidişinin ardından o kutuyu her açışımda ağzımda büyüyen keşke'me ağladım. Bir kere bile cesaret edip takamadım onu parmağıma, tam gelir mi onu bile bilmiyorum. Ama onun her seferinde büyük heveslerle aldığı bu yüzükle karşıma geçip ondan ayrılma isteğimi hayal kırıklığıyla dinlemesini gözlerimin önüne getiriyorum.

Bu sonun ikimiz için de en hayırlısı olduğunu düşünsem de kendimi nasıl teselli edeceğimi bulamıyorum. Bir daha onun gibi birinin beni sevemeyeceğini bilmek, bir daha asla sevemeyecek olmak bana nasıl iyi gelebilir?

Eşref yüksek lisansını bitirdikten sonra İzmir'de kalmaya devam etmiyor. Bizim için, ailesiyle ve benimle de savaşıyor olmaktan sıkıldı sanırım. Artık beni ikna etme çabasına girişmiyor, kararıma saygı duyuyor söz verdiği gibi. Ailesi, Nisa'nın da daha fazla alt katta kalmasını istemediklerinden apar topar eşyalarını toplayıp taşınıyorlar. Eşref'le ayrılmış olmamıza rağmen burada oturmaya devam edeceğini, en azından arada bir yüzünü göreceğimi umuyordum. Yanılıyorum, hayatıma hiç girmemiş gibi çıkıyorlar.

Göğüs kafesim binamızdaki o boş daire gibi, içi kof bir ceviz kabuğuna dönüşüyor, ruhum bedenimi terk etmiş gibi... Eşref hayatıma girmeden önce hayatımın en kötü noktasında olduğumu düşünürken beterin beterini de tadıyorum sanki.

O yokken nasıl yaşadığımı hatırlamakta güçlük çekiyorum biraz da. Mesela bir gün boyunca onu düşünmeden nasıl yaşıyormuşum? Günün sonunda onunla buluşacağım diye heyecanlanmanın güzelliğini nasıl hiç yaşanmamış sayacağım? Nasıl onu sevmemiş gibi devam edeceğim?

Nisa'yla çarşıda denk gelince, utana sıkıla ailesinin onu bir yurda yerleştirdiğini, okulun iyi gittiğini, her şeyin yolunda olduğunu söylüyor. Ben sormasam da Eşref'i bana anlatsın istiyorum, ama o yeminli gibi sözü hiç ona getirmiyor. Biraz zaman geçince ona da çok rastlamıyorum. Birbirimizi aramadığımız için aramızdaki bağ da gittikçe zayıflıyor. Birkaç hafta içinde önce birbirimize sadece selam verip geçerken, daha sonraları birbirimizi görmemiş gibi yapıp bir yabancı gibi öylece geçip gidiyoruz.

Bir zamanlar yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezken şimdi birbirimizin yüzüne bakmaya korkar hale nasıl geldik bilemiyorum.

Eşref bir masal kahramanıymış gibi bir anda yok olup gitmişken hayatımdan, ben onunla ilgili bütün hatıralarıma sıkı sıkıya tutunuyorum. Onunla gittiğim bütün restoran ve kafelere bir kere de onsuz gidiyorum. Bu defa onun sipariş ettiği yemekleri yiyip, önümdeki boş sandalyeye bakıp sessizce göz yaşı döküyorum. Geçenlerde de pamuk şekeri görünce hıçkırarak ağlamıştım da Cavidan sarılarak yatıştırmıştı beni. Onunla daha sık buluşmaya başlıyoruz, sanırım ona ihtiyacım olduğunu fark ettiği için benden bir teklif gelmesini beklemeden her gün sürekli dışarı çıkarıyor beni.

Bazen Cavidan'a sahip olduğum için kendimi çok şanslı hissediyorum. Onun mizahi yanını ve hazır cevaplılığını, samimiyetini ve kişiliğime olan saygısını çok seviyorum. Bana önem veriyor olduğu bu günlerde görmek benim için daha kıymetli...

Artık kuru üzüm yerken bile gözlerim doluyor. Ona Eşref'e evlenme teklifi ettiğim anı anlatınca onun da gözlerinin dolduğunu görmek boğazımı düğüm düğüm ediyor, yutkunamıyorum. Zaman geçtikçe pişmanlık daha katlanılmaz bir hâl alıyor. Onu özlemenin önünü alamıyor, yeniden bir araya gelebilmek için umut etmeden duramıyorum.

NamusHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin