Feride'yi kucağıma aldığımda herhangi bir bebeği küçük bulmakla ne kadar erken davrandığımı anladım. Benim kızım 40 haftalık bebeklerle kıyas edilemez bile. 1200 gram sadece ve 38 santim. Öyle küçük geldi ki bana ilk başta, kızıma göre bebek bezi olduğuna bile şaşırdım. Teni yumuşacık ve oldukça ince olduğu için ona dokunmaya sevmeye dahi çok korktum.
Öyle masum, öyle temiz ki... Dünyadaki bütün kötülüğü dengeleyecek kadar pirüpak geldi bana yüzü. Bakmalara doyamadım.
Süt vermeye çalıştığımızda soluğunu tutup morarıverince öleceğimi sandım. Erken doğduğu için uyum sağlayamadığını söylediler.
Herkes öleceğini, böyle giderse fazla yaşayamayacağını düşünüyordu. Doğar doğmaz yoğun bakıma almışlar zaten kızımı, nefes almakta güçlük çekiyormuş. Birçok tıp terimi havada uçuşurken, ciğerlerinde problem olduğunu zar zor anlayabildik. Eşref bana göstermek istemese de oldukça kaygılı duruyordu. Daha 27 yaşındaydı ve Allah benim gibi onu da evlat acısıyla sınıyordu. Ben annemi yitirmiştim, sonra da babamı... Eğer çocuğumuza bir şey olursa bu acıyı göğüsleyemeyeceğimden korkuyordu. Nitekim korkmakta haklıydı. Zira evlat acısını tahayyül bile etmekten imtina ediyordum.
Bebeğimi hastanede bırakıp eve dönmek bile zor iken daha kötüsünü düşünmek nasıl mümkün olabilirdi ki benim için? Her gün hastaneye gitsem de her eve gidişim de aklım kızımda kalıyordu. Hemşireler kızıma iyi bakarlar mı, ben evdeyken kızıma bir şey olursa diye endişelenmekten yoruldum.
Teyzem bulduğu ilk fırsatta yanıma geliyordu, bazen beni teyzem doğursaydı keşke diyorum, belki bütün bu olanları olağan sayıp ona bu denli minnet duymazdım. Ben bebeğimi nasıl kollayıp sakınıyorsam o da aynı hassasiyetle üzerime titriyordu. Ancak bunca korunmaya rağmen kırılmamın önüne o da dahil kimse geçemiyordu. Baştan yazılmış roller sanki, çevremdeki her insan için biçilmiş kaftanlar, fire vermeksizin içim ezilsin, ruhum paramparça olsun diye çabalıyorlardı.
Doğumdan bir gün sonra Rabia abla beni ziyarete geliyor. Yüzü ağlamaklı, burnunun ucu kızarık, yanakları göz yaşlarını silmekten olsa gerek yer yer tahriş olmuş duruyor. Onun bu perişan vaziyetini yorumlayacak takatim bile yok esasen. Olabildiğince bütün dikkatimi ona vermeye gayret ediyorum.
Yeğenini görmeye gelmemiş. Kardeşini baba olduğu için tebrik etmeye ve bana hayırlı olsun demeye kesinlikle gelmemiş. Yüzündeki utancı gizlemeye çalışsa da başarılı olamıyor.
Neden onu karşımda gördüğüme hiç şaşırmadım, bilmiyorum. Neden ondan duyacaklarımı yadırgamadım? Bu kadar mı kanıksadım insanoğlunun doğasındaki çarpıklıkları?
"Eşref'le birlikte gitmişsiniz Feride'yi kurtarmaya." Sesi pürüzlü, kelimeler ağzından öyle belirsiz dökülüyor ki bir an nasıl karşılık vereceğimi bilemiyorum.
Sadece başımı sallayarak onu onaylıyorum.
Kaçamak bakışlar atıyor bana. Kesik kesik nefes aldığını görebiliyorum. Başını eğip ayak uçlarına bakıyor. "Feride o gece seni aramış doğru mu?"
Bu yaşadıklarım yıllar öncesinin bir benzeri gibi. Tarih tekerrürden ibarettir derken insanlar hata yapmakta ısrarcı olmalarını vurguluyor olmalılar. Ve bu hata yapan insanlara müsamaha gösteren diğer insanlar için de yaşanılanlar dejavu olsa gerek. Benim tecrübelerimden çıkardığım sonuç bu en azından...
"Neyi bilmek istiyorsun Rabia abla? Açıkça sor."
Dolu gözleriyle bana bakıp dudaklarını ısırıyor önce, sonra kendi sesini duymaktan korkarak fısıldıyor. "Şüphelerim var. Korkuyorum Zühre..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Namus
Romance-TAMAMLANDI- Aslında namussuz damgası yemem herkes açısından daha kolaydı. Ailemin isteği dışında bir erkekle ilişkiye girmiş olmam, hatta gayri meşru bir çocuğumun olması, evliyken başka bir adama kaçmam veya kötü yola düşmem tecavüz mağduru olmamd...