Onuncu Bölüm

4.6K 514 172
                                    

Eşref Yiğit'in annesinin ardından büyük ablası da geliyor İzmir'e. Akşam yemeğine onun da geleceğini duymak oldukça telaşlandırıyor beni. Annesiyle iyi kötü tanıştık, ama ablasının benim hakkımda ne düşüneceğine kafa yormuyor değilim. Neyse ki onların karşısında yalnız değilim, teyzem var. Teyzem Antepli olmanın avantajıyla maharetini gösteriyor. Ben de onun yamağı olarak etrafında koşturuyorum sadece.

Akşam geldiğinde Eşref Yiğit'i, annesini, Nisa'yı ve bir de sadece fotoğraflardan gördüğüm en büyük ablasını görünce elim ayağıma dolaşıyor. Ablasının geleceğini bilmeme rağmen neden bu kadar hazırlıksız yakalanmış gibi hissettiğimi tanımlayamıyorum. Belki de kadının yüzündeki ifadeden, sanki ben onu tanımasam da o beni çok iyi tanıyormuş gibi bakıyor ve bu bakışlar beni bir hayli geriyor. Önce oturma odasına geçiyoruz ve tanışıp, havadan sudan konuşuyoruz. Eşref Yiğit'in yüzüne bir kere bile doğru dürüst bakmıyorum. Nedense onun duygularını kabul ettiğimden beri diken üstündeyim. Edilen her sözü üzerime alınıyor, her bakışı manalı buluyorum.

Elbette bakmıyor olmam ona kayıtsız kaldığım anlamına gelmiyor. Bana her bakışını hissediyor, göğsümdeki aceleci kuşu zor zaptediyorum. Çok kısa bir an ona bakacak oluyorum, öylesine kontrollü ve sakin duruyor ki ben de kendime kızıyorum. Kaç yaşında kadınsın Zühre, haline bir bak...

Teyzem çok uzatmadan, masaya geçmeyi teklif edince herkes yemek yemek için ayaklanıyor. Hemen mutfağa gidip yemekleri getiriyorum. Nisa da bana yardım ediyor. Nedense Nisa ile yan yana oturacağımızı anlayınca seviniyoruz, Eşref Yiğit ile ablası da karşımızda oturuyorlar. Ablası imalı bakışlarla bir bana bir de Eşref'e bakıp duruyor.

Son zamanlarda fazla mı evham yapar oldum, sıradan şeylere çok mu anlam yüklüyorum? Neden dünya sırf benim için dönüyormuş gibi hissediyorum ki? Ablasının biliyor olmasına imkan yok? Hem bilse bile bana kötü bakıyor olması gerekmiyor muydu? Bu kadın neden çöpçatan kadınlar gibi bana bakıp sırıtıyor?

"Nisa'nın okulu bitse de kurtulsak bu şehirden. Büyük şehirlerden insan korkuyor, her şey gelir burada insanın başına." Diyor Züleyha hanım. Eşref'le Nisa'nın bakışmalarını izliyorum. Okul olmasa onların da köklerine bağlı kalacaklarından eminim. Peki, biz evlenirsek nerede yaşayacağız? Ben İzmir'den nasıl ayrılacağım?

Teyzem, "Öyle tabii... Ama İzmir güvenli bir şehirdir. Antep'ten daha güvenli olduğu kesin. Özellikle savaş sonrası başlayan göçten sonra, yaşanmaz oldu buralar deyip duruyorlar. Ben senelerdir İzmir'de yaşıyorum, çok memnunum. Böyle güzel bir şehri bir daha nerede buluruz? Yeryüzündeki cennetimiz bizim." diyor.

"Kars'ımız da güzeldir. Nasip olursa, bir gün sizi memleketimizde ağırlamak isteriz." Ablasının bir bana bir teyzeme bakarak bunu söylemesi karşısında yutkunuyorum.

"Ne güzel olur! Değil mi Zühre? Gelsenize..." Diye mızmızlanıyor Nisa. Hepimiz onun birden çocuklaşmasına gülüyoruz.

"Aa gelirim tabii!"

"Gel kızım, belki kalıcı olursun orada, kısmetin insanı nerede bulacağını bilemeyiz."

Züleyha hanımın bu yorumuyla donup kalıyorum. Bu aileyi birazcık tanıyorsam, Züleyha hanım bu sözleri beni kendi oğluna yakıştırdığı için söylemedi. Annesini çok iyi tanıyan Eşref'in de bildiği gibi...

"Anlamadım?" diyorum boş bulunarak.

Teyzem gülüyor, "Züleyha hanım sana kısmet bulmuş galiba Zühre, onu diyor." Teyzem hangi ara yangına körükle gitmeye bu kadar heveslendi diye düşünüp bocalıyorum.
Eşref, çatık kaşlarını yüzüme dikiyor. Kendisinin söze karışmasının doğru olmayacağının ikimiz de farkındayız, bu tehlikeyi bertaraf etmeyi bana bıraktığını gözlerinden anlıyorum. Anlayamadığım, bana neden kızıyor?

NamusHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin