Yirmi dördüncü Bölüm

3.7K 452 81
                                    

Akşama doğru teyzem de İzmir'den geliyor. Onu görünce dinen göz yaşlarım yanaklarıma doğru süzülüyorlar. Teyzem bir anne şefkatiyle sarılıyor bana, yeniden hatırlıyorum kimsesizliğimi.

"Artık hem yetim hem öksüzüm teyze." 

"Şştt kuzum, deme öyle biz varız."

Bir daha demiyorum ama öyle hissetmeyi bırakamıyorum. Teyzem de gelince Derya ablanın rengi iyice atıyor. Sevmezdi zaten oldu olası teyzemi. Şimdi zorunlu bir ziyareti bile hoş görmeye razı değil. Neyse ki teyzemin bu eve girmek için onun iznine ihtiyacı yok.

Saatler akıp gidiyor, gün gece oluyor. Gitmek istesem de kardeşlerimin ısrarına karşı koyamıyorum. Bu hepimizin en acı günü. Bizim kardeş olmamıza vesile olan, kan bağını borçlu olduğumuz adam aramızda değil artık. Bu kadar fedakârlığı hak ediyorlar.

Eşref ile konuşup bir gece kalıp gitmeye karar veriyoruz. Yatmak için eski alışkanlıklarla odamın yolunu tutuyorum, Eşref de peşimden geliyor.

Odama girdiğimde hiçbir şeyin değişmemiş olduğunu görünce gözlerimin kıyısından süzülen göz yaşlarımı silip burnumu çekiyorum. Biraz tozlanmanın dışında her şey temiz ve düzenli duruyor.

"Senin odan mıydı?"

Ona başımı sallamakla yetiniyorum. Elinden tutup yatağıma oturtuyorum. "Bu oda benim mabedimdi Eşref Yiğit." Sesimin kısılmış olması kulaklarımı tırmalıyor. "Bu kapının dışında herkesin istediği Zühre vardı. Ama burada ben sadece bendim. Kimseyi memnun etmek zorunda olmayan, kendi hayalleriyle mutlu olan küçücük bir kız..."

Eşref küçük kitaplığımda duran Oğuz'un ve Kaan'ın sünnet düğününde çekinmiş olduğumuz fotoğrafımızı eline alıyor. Yüzündeki şaşkınlıkla bana dönüp bakıp sonra yeniden fotoğrafa dönüyor. Gelip yanıma oturuyor. "Allah'ım bu ne güzellik..." Diye fısıldıyor. Parmakları fotoğraftaki yüzümde, yüzümü çevreleyen baş örtümde geziniyor. "Çok masum, çok duru..." Sesi kırık dökük. "Elleri kırılsaydı, Allah'ım keşke o an kıyamet kopsaydı da yer yarılıp o alçağı yutsaydı."

Başımı omzuna yaslıyorum.

"Keşke seninle daha önce tanışsaydık." O sapık bana tecavüz ettiğinde Eşref Yiğit sadece 13 yaşındaydı... O an orada olsaydı bile o canavarı durduramayacağını çok iyi biliyorum. Ama o aksine inanıyor, gözlerindeki ateşten görüyorum bunu.

"Bu eve geri dönmek sana çok zor geldi biliyorum. Fakat üstesinden iyi geldin. Sen hayran olunası bir kadınsın Zühre. Biraz önce salonda çok güçlü duruyordun, seninle gurur duydum."

Fotoğraftaki kıza bakıp ağlamaya başlıyorum. "Yine de... yine de bütün bunları yaşamadığım o yıllara gitmek istedim bugün."

"Deme öyle..."

"Bileklerimi bu odada kestim biliyor musun? Canım çok acımıştı."

"Ah... ah!" Saçlarımı okşuyor, sesini çıkarmıyor.

"Eşref, bana yine türkü söyler misin?"

"Güzelim, cenaze evindeyiz. Babana saygısızlık olmaz mı?"

"Olmaz Eşref. Babama bu evde saygısızlık yapacak son kişilerden biri de sensin. Sesindeki şifaya ihtiyacım var kocam, ne olur benden esirgeme." Diye fısıldıyorum.
Saçlarımı okşarken konuşma tonunda, sesini fazla yükseltmeden fotoğrafıma bakıyorken bana türkü söylüyor.

"telli turnam selam götür sevdiğimin diyarına
üzülmesin, ağlamasın belki gelirim yarına, cananıma
hasret kimseye kalmasın, sevdalılar ayrılmasın
ben yandım eller yanmasın sevdanın, aşkın narına, cananıma
gönüle hasret yazıldı, sevgiye mezar kazıldı
iki damla yaş süzüldü gözlerimin pınarına
hasret kimseye kalmasın, sevdalılar ayrılmasın
ben yandım eller yanmasın sevdanın, aşkın narına, cananıma"

NamusHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin