Uyarı: Hassas olanlar bu bölümü okumasın!
Teyzem işten dönünce biraz onunla sohbet ettikten sonra o yatmaya giderken ben ders çalışmaya başlıyorum. Birkaç saatin ardından pes edip televizyonu açıyorum. Bir dizide şiddet gören bir kadına denk gelince hipnoz olmuş gibi kilitli kalıyorum ekrana. Esas oğlanın kıza türlü işkenceler etmesinden sonra kızın ona aşık olacağını bilmek midemi ağzıma getiriyor. Boğazımdaki acı tadı fark edince elimi ağzıma siper edip banyoya gidiyorum...
İnsanlar her acıyı aynı sanıyor. Tecavüze uğramayı, basit bir diz kanaması gibi görüyorlar. Bir trafik kazası değil sonuçta bu, bir insanın onuruna suikast olduğunun farkında değiller. Kendi canında celladının emarelerini görmenin ve bütün kanayan yaralar kapansa dahi iyileşememenin ne beter bir işkence olduğunun...
Diğer kalleşleri bilmem, fakat Semih tam olarak duygularımı hedef alarak yaktı canımı. Bedenimden çok ruhumu... Ben de bilmeden onda bir hasar bırakmıştım belli ki, bu yüzden istismar yolunu seçerek intikam almayı düşlemişti.
"Sen miydin ağabey?" Düğününün olacağı gün onu kapımda görmek beni bir hayli şaşırtmıştı. Herkes onun düğünü için seferber olmuştu. Ben de bir hayli sevinçliydim, kabusumdan ebediyen kurtuluyordum. Müstakbel eşiyle Ankara'ya taşınacaklarına dair bir söylenti duymuştum. Onun pis nefesinden, tehditkar ve kinaye dolu bakışlarından uzakta yaşayacak olmamın bana ne kadar büyük bir huzur bahşedeceğini bilir gibiydi. Ve nedense buna kızıyordu.
"Başkasını mı bekliyordun kız?" Aksi ve hırçın doluydu sesi. Onun kontrolsüz bakışlarını görmezden gelerek cevap verdim,
"Yok... sen halanı soracaksın galiba. Derya ablalar çoktan çıktılar, sizdeler."
"Biliyorum, ben seni almaya geldim. Gelmeyecek misin benim düğünüme Zühre?"
"Ben... ben biraz hastayım, gelemem!"
Beni itip içeriye adım attı. "Git üzerine bir şeyler giy, bekliyorum seni. Beni baban gönderdi, halama bir ton laf etti, kız başına evde bıraktığı için seni!" Hâlâ benim peşimde dolanmasından, onun imalı laflarından, pis bakışlarından usanmıştım. Onunla aynı şehirde olduğumu bilmek bile beni delirtirken onun düğününe gitmeyi aklımdan dahi geçirmedim. Oysa o bütün bu nefretimi bilmezden, görmezden geliyordu. Belki de yapacakları için bir zemindi bu hareketleri. Beni baştan ayağa alayla süzmeleri, itmesi, izinsiz eve girmesi, beni kışkırtmak içindi. Benden bir taşkınlık görürse onu kızdırdığım için kendini haklı görecekti. Ona istediğini bilmeden vermiş oldum.
"Semih ağabey, yeter artık! Yeter! Çık git, çık artık hayatımdan! Düğün günü bile kapıma dayanmışsın. Gelmek istemiyorum ya! Görmek istemiyorum seni anlamıyor musun?" Diye bağırdım.
Bir anda neye uğradığını şaşırdı. Her zaman uyumlu, sessiz sedasız Zühre o gün tırnakları uzun diye pençesi olduğunu sanmıştı.
Nasıl bir ruh hastası olduğunu tüm gerçekliğiyle o gün öğreniyorum.
Dış kapıyı çarpıp ayakkabılarıyla içeriye daldı. Babamın namaz kıldığı halıların üzerini kirlettiğini görmenin şaşkınlığı içindeyken o hırsla üzerime doğru geldi.
"Ulan ben sana ne yaptım lan, Orospu! Attığın iftira yüzünden yurtlarda sefil sefalet bok gibi bir hayat yaşadım!"
"Sen bir ruh hastasısın! Defol git evimizden ya defol!"
Hayatım boyunca belki ilk defa sesim bu kadar gür çıkıyor. Ve belki de en yanlış gündü o gün.
Birden saçıma asılıp ağzımın kenarına okkalı bir tokat attı. Sert, disiplinli, sevgisini göstermeyen babamdan bile bir fiske yememiş bir kızdım ben o güne kadar. Bu şoku atlatamadan bir tokat daha geldi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Namus
Romansa-TAMAMLANDI- Aslında namussuz damgası yemem herkes açısından daha kolaydı. Ailemin isteği dışında bir erkekle ilişkiye girmiş olmam, hatta gayri meşru bir çocuğumun olması, evliyken başka bir adama kaçmam veya kötü yola düşmem tecavüz mağduru olmamd...