Uzun bir süre öylece yola bakıp duruyoruz. Konuşmak şöyle dursun herhangi bir ses dahi çıkarmıyoruz. Benim göz yaşlarım diniyor, onun direksiyona sessiz darbeleri son buluyor. Kimin için daha zor bilmiyorum fakat aynı dertten nasiplenmiş olmak bile bana yetiyor. Öyle çok içime işlemiş ki Eşref, onsuzluktansa onunla gelen her türlü kahıra şikâyetsiz kucak açıyorum.
"Herkes iki yüzlü. Dalkavukça davranmak bizim kodlarımızda var. Gözler kötü bakıyor, kulaklar gerçeklere sağır, kötülüğe meyil etmiş elleri tutabildiğimiz noktada bile dilleriyle acıtmayı başarıyor insan. Ben iyilik timsali değilim elbette, ama yine de bazı insanları anlamıyorum."
Eşref, beni bu kadar çok incitebiliyor olmalarından dolayı ailesini anlayamıyor. Onun kötülük olarak tanımladığı bu eylemleri yapıyor olmalarını yadırgayıp şaşırıyor. Oysa benim için ne kadar olağan, ne kadar normal böyle sözler duymak... İnsanların kötü bakışları hiç ona nazar etmemiş, sebepsizce hakarete uğramamış hiç... Dışlanmayı, öteki olmayı hiç öğrenmemiş, ne güzel...
"Bir insanı en adi şekilde acıtmanın ne kadar kolay olduğunu bilebilsen Eşref... İnsanın bileklerindeki kudreti başka bir insanın bileğini tutup onu devirmek için kullanabileceğini ne çabuk unutuyoruz değil mi? İnsanlar en çok da kendi cinsini yaralamaktan haz alıyor sanırım."
Yavaşça çantama uzanıp içinden kuru üzüm çıkarıyorum. Bir iki tane ağzıma atıyorum. Düşün düşün bir yere de varamıyoruz zaten, bari ağzım şenlensin... Eşref Yiğit'i daldığı alemlerden çıkarmaya niyetleniyorum. Omzuna dokunup ona sessizce kuru üzüm ikram ediyorum. Sessizce doğruluyor. Bana bakmayı sürdürüyor. Hatta bir süre sonra beni izlemek için dirseğini koltuğuna dayayıp kendi rahatını sağlıyor. Sonra ben ona abalak bakışlar atıyorken yüzümü avuçluyor. Yüzünde hayranlık ve özlem görüyorum.
"Zühre?" Sesindeki o mızmız kedi mırıltısı içimi kıpır kıpır yapıyor. Gözlerimi gözlerinden alamıyorum. Onun bakışları ise birden dudaklarıma kayıyor. Ağzımdaki lokma bir anda büyüyor ve çiğnemekte zorluk çekiyorum. Oyalanmadan yutuyorum.
"Hı?"
"Seni öpebilir miyim?" Diyor fısıltıyla.
"Ne?" Kulaklarıma kadar ateş basıyor beni. Nedense Eşref'ten böyle bir soruyu hiç beklemiyormuşum, bunu anlıyorum.
"Öpmek istiyorum seni." Diye açıklıyor kendini tekrar. Hayretim, isteğinin gerçekçiliği karşısında dehşete dönüşüyor. Onun dudaklarını kendi dudaklarımın üzerinde düşünmek bile başımı döndürüyor.
"Olmaz!" Aceleyle çığırıyorum. Cevabımı önemsemeyeceğinden, dudaklarının dudaklarımı istila edeceğinden korkarken sevimli bir gülümsemeyle kıvrılıyor dudakları. Halimi incelerken gülümsemesi genişliyor.
"Tamam." Diyor sakince... Yutkunuyorum. Halbuki o da her normal insan gibi sevdiği insana dokunmak, öpmek isteyebilir değil mi? Güvenli bölgeme girmek için izin istiyor olması çok anlamlı benim için, çok değerli ama hazır olup olmadığımı bilmiyorum. İçime kurt düşüyor bir kere. Yavaşça bakışlarım onun bana yaptığı gibi, dudaklarına kayıyor. Öpüşmek nasıl bir his, hiç bilmiyorum ben. Bir erkek kötülük yapmayacaksa ne diye tensel temas ister hiç düşünmedim esasen. Bu soruların ardını aramamın sebebi belki de Eşref'in sabrı ve anlayışı...
"Eşref ben hiç öpüşmedim." Diyorum utana sıkıla.
"Anladım." Yüzümü tutmaya devam eden elleri yanaklarımı seviyor. Sevgiye aç bir kedi gibi avuçlarının arasında kıvrılmak istiyor yanaklarım.
Tüm cesaretimi toparlayarak mırıldanıyorum, "Nasıl bir his olduğunu merak etmiyor değilim.."
"Hıııım..." Deyip devam etmem için bana izin veriyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Namus
Romance-TAMAMLANDI- Aslında namussuz damgası yemem herkes açısından daha kolaydı. Ailemin isteği dışında bir erkekle ilişkiye girmiş olmam, hatta gayri meşru bir çocuğumun olması, evliyken başka bir adama kaçmam veya kötü yola düşmem tecavüz mağduru olmamd...